1 Mart 2007 Perşembe

Mübadele ve Sonuçları



KURTULUŞ SAVAŞI’NIN BİTİMİNDE TÜRKİYE DIŞINA YÖNELİK GÖÇLER VE SONUÇLARI 
/Dr. Kemal ARI
Türk Kurtuluş Savaşı, yurtlarını sömürgeci güçlerin işgalinden kurtarmak isteyen Türklerin elde ettikleri eşsiz bir zaferle sonuçlandı. Bu savaşın bitimiyle birlikte, yeni Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısını doğrudan ilgilendiren ve ardarda gelen birçok kitlesel göç hareketi yaşandı. Büyük insan gruplarını göç etmeye zorlayan etkenler, hiç kuşkusuz, Türk Kurtuluş Savaşı boyunca varlığı görülen ve hissedilen tarihsel olgu ve olayların doğal bir sonucu ve uzantısı olmuştur. Bu uzantıları kesin bir sonuca bağlayan tarihsel olgu, Lozan’da, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan ve Batı Trakya dışındaki Yunanistan Müslüman tebaası ile, İstanbul dışındaki Türkiye Ortodokslarının zorunlu olarak değişimini öngören “Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’ne ilişkin Sözleşme ve Protokol”dür[1]. Bu sürecin sonunda, - Yunanistan’da da olduğu gibi-Türkiye’nin etnik, toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel yapısı hızlı bir değişim süreci içine girmiştir. En ön plana çıkan boyutu ise hiç kuşkusuz, ulusçuluk olgusunun güçlenmesi ve pekişmesidir. Bu olgunun güçlenmesini sağlayan etken, nüfusta ve kültürde yaşanan hızlı homojenleşmedir.


Bu yeni dönemde karşılaşılan kitlesel göç hareketlerini, tarihsel oluşum sırasına göre, üç ana başlıkta incelemek olanaklıdır. Bunlar: Türkiye’den, Türkiye dışına yönelik göçler; Türkiye’de işgalden kurtarılmış yörelere yönelik iç göçler; Türkiye dışından, Türkiye’ye yönelik göçlerdir... İlk ana başlıkta belirtilen göçler, Türk Kurtuluş Savaşı’nın hemen bitiminde, işgal ordularıyla iş birliği içine girmiş olan Türkiye Rumlarının büyük bir kısmının, Yunan ordularının ardı sıra, yoğun olarak Türkiye’yi terk etmeleriyle ortaya çıkan göçIerdir. Aynı ölçüde olmamakla birlikte, benzeri koşullarla Türkiye’den ayrılan diğer bir etnik kitle de, Ermeniler’dir. İkinci ana başlıkta vurgulanmak istenen göçler, Türkiye Rumlarının büyük ölçüde Türkiy’den ayrılmalarından sonra, onlardan geriye kalan taşınır-taşınmaz mallardan bir pay kapmak amacıyla yoğun olarak bu bölgelere göç eden felaketzedelerin ve işgal sırasında iç bölgelere göç etmişken, yeni dönemde yerine, yurduna dönem kitlelerin oluşturduğu nüfus hareketleridir. Üçüncü ana başlıkta yer alan göçleri de, savaşın bitiminde Yunanistan’da yaşanan yoğun iç bunalımın etkisiyle, Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan sığınmacıların ve mübadele uygulaması ile Türkiye’ye getirilen kitlelerin neden olduğu kapsamlı yer değiştirmeler oluşturmaktadır.

Kuşkusuz bütün bu grupların her birinin, yeni Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısı üzerinde, önemli etkileri ve zorlamaları olmuştur. Bu göçlerin neden olduğu toplumsal ve ekonomik zorluklar ise, mübadele yoluyla getirilen göçmenlerin yerleştirilmesinde, olumsuz yönde ve birinci derecede rol oynamıştır. Değinilen doğrudan etkileri olabildiği ölçüde görebilmek açısından, belirtilen göçlere ana çizgileriyle bile olsa bakmak ve böylece bu göçlerin neden olduğu tarihsel oluşumların mübadele göçmenleri ile ilgisini ortaya koymak, oldukça önemli görünmektedir[2].

Kurtuluş Savaşı’nın bitiminde, Anadolu ve Trakya’daki Ortodoks Rumlar, Türkiye dışına çıkmaya ve Türk topraklarını terk etmeye zorlayan koşullar; Türkleri kendi öz vatanlarından bir bağımsızlık ve özgürlük savaşı vermeye zorlayan tarihsel gelişmelere koşut olarak oluşmuştur. Bu süreçte Rumların, işbirlikçi bir niteliğe ve kimliğe sarılarak, işgalci güçlere bağırlarını açmaları ve Türkler aleyhine yıkıcı çabalar içine girmeleri, başlıca ana etken olarak belirmiştir. Onların, değinilen iş birlikçi çabaları ile bu çabaların hangi amaç ve özlemlere yönelik olarak sergilendiği, pek çok araştırma ve anı yayını türündeki yapıtta ele alınarak irdelenmiştir. Bunların kimisinde ulusal değerlerle ve kaygılarla açıklanabilecek duygusal yaklaşımlar, kimisinde ise belgeye dayalı nesnel anlatımlar görmek her zaman olanaklıdır. 

Ayrıntılar bir yana, Batı Anadolu’yu Yunanistan’a ilhak etmek; eski Rum-Pontus Devleti’ni yeniden kurarak, Yunanistan topraklarını Rusya’ya kadar genişletmek; olabilecek gibi ise bağımsız bir lonya Devleti kurmak; ama her ne olursa olsun, sonuçta eski Bizansı yeniden ihya edip diriltmek sevdası[3], uzunca zamandır dostça yaşamış iki ayrı etnik ve kültürel kökenden, iki ayrı halkı, yani Türkleri ve Rumları birbirine düşman etmiştir[4]. Bu noktada, Fener Patrikhanesine bağlı Yunan kökenli Rumlarla, Türk-Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Karaman kökenli Ortodoksları, tutum, davranış, özlem ve istek yönleriyle, kesin olarak karıştırmamak ve birbirinden ayırmak gerekmektedir. Bu ayırımı yapmayı gerekli kılan nedenler, Türk Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde, her iki kiliseye bağlı Rumların tutum ve eylem farklılığından kaynaklanmaktadır. Kimi ufak farklılıklar bir yana, kendisine bağlı Rumların oluşturduğu dinsel topluluğu, eski Bizans’ın devamı olarak gören Fener Patrikhanesi, Anadolu’dan ve Doğu Trakya’dan önemli denilecek oranda toprak koparıp, Yunanistan’la birleşme özlemi içinde gizli örgütlenme, iş birlikçi tutum ve eylemle savaşım vermekteyken; kendisine bağlı Ortodoksları etnik ve kültürel bağ yö-nüyle Türk olarak gören Türk-Ortadoks Kilisesi ise, başta Papa Eftim olmak üzere, Türkiye’nin ulusal politikalarını destekler yönde bir tavır almıştır[5]. 

Her şeye karşın, Anadolu Rumlarının, Türklerin ulusal istenç ve arzularına ters düşen davranış ve eylemler içine sürüklenmelerinde, etkin Yunan politikasının ve propagandasının rol oynadığı söylenebilir[6].Bu durum, en belirgin biçimde, Mondros Mütarekesi’nden sonra, Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos ile Anadolu’daki Fener Patrikhanesine bağlı Rum papazlar arasındaki ilişkilerden görülebilir. Mondros Mütarekesi ile, Türklerin kesin gibi görünen yenilgilerinin onaylanmasından sonra, ‘Megali İdea’yı gerçekleştirmek için, zamanın geldiğini düşünen Venizelos, harekete geçmiş; 30Aralık 1918’deki bir muhtıra ile, Edirne ile birlikte Trakya’yı, İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu ltil Devletleri’nden istemiş; hatta bu duruma istatistiksel yönden dayanak oluşturmak için, Iç Anadolu’daki Karamanlı Ortodoksların Batı Anadolu’ya göç edeceklerini ummuştur. Bu amaca ulaşmak için, önünde engel olarak görünen kişileri bir bir görevlerinden almıştır. 28 Ekim 1918’de, Jön Türklere karşı uysal bir görüntü çizen Başpiskopos V. Germanos’u görevinden azletmiştir. Jaschke’nin, deyimiyle, bu esnada Istanbul’daki Ortodoks ki-lisesinde, birleşik dayanışma gerçekleşmiş; Patrikhanede ‘Helenizm’in bay-rağı dalgalanmıştır[7].15 Mayıs 1919’da, Yunan askerlerinin İzmir’i işgal et-melen büyük bir coşkuyla karşılanmış, Izmir Metropoliti Hnissostomos, Yunan askerlerini taktis etmiş[8].

Anadolu’da başlayan Yunan ilerleyişi ile, Haçlı Se-ferleri arasında bağ kurulmuş; ruhban heyetinin yoğun biçimde propagandasına tanık olunmuştur. Bu arada, siyasi nitelikli girişimler de, uluslararası diplomatik zeminlerde sürdürülmüş; örneğin Paris Barış Konferansı’na, stanbul’dan giden Ortodoks heyetin, Yunanistan’dan gelen he-yetle ortaklaşa katılması, Dorotheos tarafından verilen pek çok muhtıra ile istenmişti[9]. Değinilen girişimler, söz konusu kişilerle sınırlı kalmış değildir. Marsilyalı bir işadamı olan Konstantin Konttantinidis’in çabalarıyla, Pontusçulukun sesini bütün dünyaya duyurmak, Pontus işlerini düzene koymak(!),  bir Pontus devleti kurmak amacıyla, Marsilya’da, 1918 yılı Kasım ayında uluslararası bir kongre düzenlenmiştir[10]. 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’na Trabzon Metropoliti Hrisantos da katılmıştır. Bu papaz Paris’e geldiğinde, istanbul Rum Patrikhanesi’nden, Patrikhane naibi ve Bursa Metropoliti Dorotheos ve konferansta Patrikhane’yi temsil eden Patrikhane müşaviri Alexandr Pappas ile ortaklaşa hareket etmiştir. Bu ortak heyet, Pontus Rumlarını temsil ve Paris Barış Konferansı’nda mahalli Rumları savunmak üzere yetki almış buluyordu[11].

Bu girişimlerin ve bundan sonrakilerin neler getirdiği, yakın geçmişe ilişkin belgesel yapıtlarda yoğun biçimde görülebilmektedir. Bu gelişmelerin sonuçları, ayrıntılar bir yana, şu iki deyim ile özetlenebilir: işgalci Yunan askerleriyle ‘işbirliği’ ve kurulan çetelerle, Türklere yönelik yoğun ‘katliam’[12].  Nitekim, 7 Eylül 1337 tarihinde, Harbiye Nezareti’ne gelen bir raporda, Müslüman ahalinin göç etmeye zorlandığı, Trakya’da bir Rum çoğunluğu oluşturabilmek için, Müslümanlara reva görülen baskının son günlerde yine bütün şiddetiyle uygulandığı, Müslüman halkın taşınabilir ve taşınamaz mallarını yok pahasına satarak ya da yüzüstü bırakarak, can, ırz ve namuslarını kurtarmak için göçe başladıklarından sözedilmektedir[13].

Bu durumda ulusal ordu, bir takım önlemler almak zorunda kalmıştır. Alınan önlemlerin en önemlisi ise, isyan bölgelerinden ve cephe gerisinden belli yaş aralığındaki Rumlar’ın toplanarak, güvenlik açısından daha emin olunan yörelere zorunlu göç etttirilmeleri idi. Bunun için haklı gerekçeler de vardı. Örneğin, Türk istihbarat örgütü, Samsunlu manifatura komisyoncusu bir Rum örneğinde olduğu gibi, bazı Rumlar’ın İngiliz gizli servisinden bazı kişilerle temas halinde olduğunu tesmit etmiş;  bu servis elemanlarına gönderdikleri mektuplar, Türk elemanların eline geçmişti. Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa imzasıyla 27 Eylül 1921 tarihinde Merkez Ordu Komutanlığına gönderilen bir yazıda, bu şahsa ait, Hıristiyanlara mezalim yapıldığından söz edildiği vurgulanmaktaydı[14].

İskana zorlanmış olan Rumlar’dan  kaçabilenlerin, Rum eşkiyalara katıldığı da gözlemlenmişti[15]

Yakın tarihin tanıklık ettiği büyük yıkım ve katliam; 26 Ağustos 1922tarihTnde başlayan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos 1922’deki Başkumandanlık Meydan Savaşı ile, Yunan ordusunun ‘kuvayı asliyesi’nin kesin olarak yok edilmesiyle ve 9 Eylül 1922’de, firar halindeki artıklarının İzmir’den denize dökülmeleriyle son bulmuştur. Yunan askerlerinin bozgun biçiminde geri çekilişleri, yeni nüfus hareketlerini de başlatmıştır. Nitekim, önce Batı Ana dolu’dan, ardından da Doğu Trakya ve Kuzey Anadolu’dan yoğun bir Rum nüfus, Türkiye’yi terk ederek Yunanistan’a gitmiştir. Renkli bir tablo içinde gerçekleşen bu gelişmelerin bir tanığının belirttiği gibi: “Yerli Rumlar, işgalde nasıl öndeyseler, bozgunda da en önde olmuşlardır.”[16]. 

iç Ege’nin Rum nüfusu, Yunan cephesinin çöktüğünü görüp anlayınca, büyük bir panik içinde kıyı kentlerine, özellikle de Izmir’e doğru göç etmiştir. Bu karmaşalı ortamda, bir an önce Türkiye’den ayrılmak amacında olan bu insanların, ellerindeki taşınır-taşınmaz türdeki mallarını paraya çevirmek için gerçek değerinden çok düşük bir fiyatla satma eğilimi içine girdikleri görülmüştür. izmir’den Bursa’ya kadar Manisa, Turgutlu, Akhisar, Salihli, Afyon ve Kütahya gibi yerlerdeki Yunan kıyımına tanıklık eden Mehmed Asım, bu gayreti, yani yerli Rum ve Ermenilerin mallarını satarak, genel bir göçe kalkmalarını, onların terk ettikleri kent ve kasabalara bir daha dönmemek amaçlarından kaynaklandığını belirtmektedir[17]. Bu şekilde İzmir’e yığılan Rum göçmenlerin, İzmir’de neden oldukları görüntüye tanıklık eden bir Izmir gazetesinde şunlar denilmektedir:“Evvelki günden beri muhaceret şiddet peyd etmiştir. Dün de rıhtım üzeri, mürün ve ubüra mani olacak derecede muhtelif eşya ile dolmuş idi. Güç nefes alan, haris, endişenak ve gürültücü bir kafile vapur acentaları önünde üst üste toplanmışlardı. Adalara gitmek üzere muhtelif vapurlara rakip olan bu halk, burada kalanlara hicret etmekte olduklarını ilan ediyorlardı.” [18]. 

S. Ferit Eczacıbaşı anılarında, işgal sırasında iş birlikçilere katılmayan iyi niyetli Rum komşularının bulunduğunu belirterek, bunların bir kısmının kaç-maya tenezzül etmeyen eski dostlar olduğunu vurgulamakta ve: “Aynı mahallede oturduğumuz, birlikte büyüdüğümüz, görünce sel ve alışveriş ettiğimiz Rumlar... Onların kaçmasına gerek yoktu” demektedir[19]. Türk-Ortadoks Kilisesine bağlı olanlar, bu yola başvurmayı pek istememişlerdir. Onlar, Yunan askerlerinin ve onların iş birlikçilerinin neden oldukları katliamları samimi bir yaklaşımla benimsemeyerek, yapılan facialara, düzenledikleri bir kongrede protesto etmiş ve bunu büyük devletlere ve Türk Hükümetine bir telgrafla bildirmişlerdir[20]. Korku ve panik içinde olan Rumlar’ın amacı, bir an önce kendilerini ve ya-kınlarını kıyı Yunanistan’a ya da adalara atmaktı. Karşı adalardan gelen ve kıyı limanı dolduran küçük tonajlı gemiler, büyük paralar karşılığında, “Rum zenginlerini” kurtarmak için gelen filolardı[21]. 9 Eylül 1922 günü, Türk askerleri Izmir’e girdiklerinde, Batı Anadolu’nun neredeyse bütününde Rumlar Türkiye’den ayrılmak için yollara dökülmüşlerdi. “Denize dökülen bu istil ordusu, kente dört koldan giren Türk orduları, rıht yine işgal gününde olduğu gibi duran bir donanma ve ağzına kadar insan yüklü şilepler, alev alev yanmaya başlayan mahalleler... Sevinç gözyaşlarının ölüm korkusuna, zaferin paniğe karıştığı bir ortama düşen Izmir, mutluluğu bile yine acıyla bir arada tadıyordu[22]. 

İzmir’e ilk giren Türk Süvari Komutanı Yüzbaşı Şerafettin Bey o güne ilişkin olarak tutmuş olduğu notlarında; “İzmir sokaklarına girdik. Bütün yollar ne yapacağını şaşırmış Rum göçmenleri, eşya yüklü arabalar, hayvanlar, silahlı ve silahsız askerler ve binlerce sivil halk ile dolu idi. [23]. Yüzbaşı Şerafettin Bey, elinde silahı bulunan sivil Rumlar’a, savaş kaçkını Yunan erlerine silahlarını denize atmalarını söylüyor; onlar da atıyorlardı[24]. ====== Yüzbaşı Şerafettin Bey, elinde silahı bulunan sivil Rumlar’a, savaş kaçkını Yunan erlerine silahlarını denize atmalarını söylüyor; onlar da atıyorlardı[25]. Bu karmaşa ortamında, İzmir’de konsolos bulunduran devletlerin temsilcileri Yüzbaşı Şerafettin Bey ile görüşmüş, kentin güvenliğinin sağlanmasını istemişlerdi; Yüzbaşı Şerafettin de, emrindeki askerlerle güvenliği sağlayacak önlem alma yoluna gitmişti[26]

Anadolu’nun değişik yörelerinden kalkarak Yunanistan’a gitmek için yollara dökülen Rum göçmenler, Izmir ve Istanbul başta olmak üzere Yunanistan’a geçiş kapısı olabilecek kentlere yığılmışlardır. Bu kentler Edirne, Antalya, Trabzon ve Samsun’dur. Daha sonra yapılacak olan Türk-Rum Nüfus Mübadelesi’ne Ilişkin Sözleşme ve Protokol gereğince, mübadele kapsamına alınmayan Istanbul Rumlarından da, kenti terk edenler bulunduğu görülmektedir. Nitekim, bir Ankara gazetesinde, Istanbullu zengin Rum ve Ermenilerin Istanbul’dan yoğun biçimde ayrılmaya başladıkları ve bunların sa-yısının şimdilik 5000 kadar olduğu belirtilmektedir[27]. Mudanya Bırakışması’nın imzalanmasından sonra, 8 Kasım 1922’de, Hristiyanların isterlerse Anadolu’yu terk edebilecekleri ilan edilmiş; bunun üzerine, göç etmek için pek çok Rum aile hazırlıklara başlamıştır[28]. Anadolu’nun çeşitli yörelerinden kalkarak, Istanbul üzerinden Yunanistan’a geçmek zorunda kalan Rumların, bu kentte belirgin bir yığılmaya neden oldukları görülmektedir. 

Nitekim, bir İstanbuI gazetesinin belirttiğine göre, bu insanların sayısı bir ara, 21.505 olmuştur[29]. Ustelik bu rakam zaman zaman bu sayının üzerine çıkma eğilimi de göstermiştir. Istanbul’a gelen Anadolulu göçmen Rumlar, genellikle Beşiktaş, Yeniköy, Anadolu Kavağı, Selimiye Kışlası, Ayestefanos (Yeşilköy), Burgaz, Heybeli, Büyükada gibi semtlerde toplanmışlardı[30]. Istanbul’daki Rum okulları vkiliseleri bütünüyle Rum göçmenleriyle dolmuştu[31]. Bu göçmenler, genellikle iki-üç gün Istanbul’da kaldıktan sonra yola çıkmakta, bu kez onların yerine yenileri gelmekteydi. Kısa süreli de olsa, Istanbul’da ve yığılmanın görüldüğü diğer kentlerde, kimi önemli sorunların açığa çıkması ve buna dayalı olarak da kimi önlemlerin alınması gecikmemiştir. Başta çiçek, kızamık ve humma olmak üzere göçmenlerin bazılarında bulaşıcı hastalık bulunduğuna tanık olunmuştur. Kış mevsiminin en soğuk aylarında, zorunlu olan gereksinimlerin sağlanmasının zorlukları yanında, salgına neden olabilecek sağlık sorunlarının da görülmesiyle, kentte henüz idareyi eline almış olan Türk Hükümeti, gerekli girişimlerde bulunmuş; Yedikule Rum Hastahanesi hastalığı saptanan Rum göçmenlerin tedavileri için ayrılmıştır[32]. 

Buna karşın, bu insanların Türkiye dışına çıkmalarının sağlanması ve gitmek istedikleri yerlere bir an önce ulaşabilmelerinin kolaylaştırılması için de uğraşılmıştır. Bu nedenle, Istanbul’da biriken göçmenler, yabancı ülkelere ait vapurlarla peyderpey Yunanistan’a gönderilmişlerdir[33]. Balıkesir, Bandırma ve Izmir başta olmak üzere, değişik Anadolu kentlerinden kalkarak Istanbul’a yığılan Rum göçmenlerinin bu kentten Yunanistan’a taşınmasına6 Aralık 1922 günü başlanmıştır[34]. Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon’da da yöredeki Rumların toplandığı görülmüş, bunların sayılarının bir ara 30.000 üzerine çıktığına tanık olunmuştur[35]. Bunların göç etmelerini kolaylaştırmak ve göçlerine nezaret etmek üzere, Amerikan Muavenet Heyeti Trabzon’a gitmiş ve göçmenlerin taşınmasını sağlayacak vapurların bulunması için çalışmıştır[36]. Yunan Hükümeti, göçmenlerin 2000’er kişilik kafileler halinde taşınmasını kararlaştırmış ve kendi vapurlarıyla sürekli olarak göçmen taşımıştır[37]. Bu evrede, Amerikan Muavenet Heyeti’nin Karadeniz kentlerinde toplanan Rum göç-menler için gerçekleştirdiği kolaylıklar, özellikle dikkat çekmektedir[38]. Bu arada, değişik aralıklarla vapurlar dolusu göçmenin, Istanbul’a yığılmaları devam etmiştir[39]. Büyük ölçüde kendi olanaklarıyla Istanbul’a gelmiş olan Pontus Rumları, Istanbul’da Selimiye yöresine geçici olarak yerleştirilmişlerdir.Bütün bunlar olurken, pek çok Istanbul Rum’unun pasaportlu ve pasaportsuz olarak Türkiye dışına çıkmaları da aralıksız olarak devam etmiştir[40] .

Ege Bölgesi’nde tanık olunan ve Karadeniz kentleri ile İstanbul’a yayılan Rum göçünü, doğu Trakya’daki Rumların göçü izlemiştir. 1922 yılı Ekim ayından sonra, evinden-ocağından, köyünden-kasabasından ve büyük kentlerden kalkan Rumlar ve Ermeniler, Doğu Trakya’daki tren istasyonlarında, kısa sürede büyük gruplar oluşturmuşlardır. Aynı biçimde Tekfurdağı vapur is kelesinde de büyük yığılmalar olmuştur. Trenler ve vapurlar, Tekfurdağı Selanik çizgisinde, durmadan göçmen taşımışlardır. Bunlara kısa süre sonra, büyük vurgunlar yapan Rum ve Ermeni arabacıları da katılmışlardır. Atlı ve yaylı arabalarla, Edirne’den Karaağaça kadar olan yol için 200 drahmiden aşağıya taşıma yapılmadığı, hatta daha uzun yolculuklar için, 400-500 drahmiye kadar para istendiği görülmüştür. 

Nafia köprüsü yoluyla, Dimatiko üze rine doğru atlı yaylı arabalar uzun k oluşturmuşlardır[41]. Bunun yanı sıra, göçlerin ilk günlerinde, Yunan Hükümeti’nin trenler sağlayacağını ve mallarını bu trenlerle taşıyabileceklerini sanan Rumlar, bir süre sonra bunun pek olası olmadığını görünce, eşyalarını ve yanlarında götüremedikleri diğer mallarını, çok düşük fiyatlarla, özellikle Musevilere satmışlardır. Öyle ki, bir Rum göçmeninin elinden, buğdayın okkasının atmış para ile iki kuruş arasındaki fiyatlarla Museviler tarafından satın alındığı görülmüştür[42]. Tanin gazetesinin verdiği bilgiye göre, Yunan bozgunundan sonraki bir ay içinde, 650.000 kadar Rum, büyük bir izdiham yaratırcasına, Yunanistan topraklarına ayak basmıştır[43]. Bu sayı her geçen gün artmış, kısa bir süre sonra, 1 .000.000’u geçmiştir[44]. 

Bunların arasında, Istanbul’dan kaçmış olan Rumlar da vardır. Yalnızca Istanbul’dan kaçan Rumların sayısı, bir Istanbul gazetesinin verdiği rakama göre, 100.000’i geçmiştir[45]. Mübadele Antlaşması imzalandığı zaman, bilindiği gibi bu göçmenler, mübadele kapsamını dışında bırakılmışlardır. Mübadele kapsamına girmeyen, ama Türk Kurtuluş Savaşı’nın sonunda, kendilerinden öc alınacağını düşünerek korkan ve bu pisikolojik ortam içinde gerek pasaportlu ve gerekse firar ederek, çok kısa bir Tanin, 20 Teşrinievvel 1922. Tanin; 22 Teşrinievvel 1922. Tanin; aynı sayı. zaman içinde Türkiye’den ayrılmış olan Rumlar, sonradan, usulüne uygun ola-rak Türkiye’ye gelebilmişlerdir. Bunların çoğu, istanbul, Bozcaada ve Imroz adasında oturmakta olan Rumlardı. Bunlar, Lozan Antlaşması’nın sağladığı geniş ozgurlük sayesinde Türkiye’de yaşamışlardır[46]. Yunanistan’a yığılan Rumlar, Yunanistan’daki Müslüman ahalinin yoğun bir baskı altında kalmasındaki en büyük etken olmuşlardır. Yunanistan’da ya-şayan Müslümanlar, henüz mübadele uygulaması yürürlüğe girmeden, yoğun baskılar nedeniyle Türkiye’ye göç etmek için harekete geçmişler ve Selanik, Hanya, Kandiye gibi Yunanistan’ın büyük kentlerine yığılmışlardır. Müslümanlar göç etmeye niyetlendikçe, Yunanistan’a yığılan Rumlar, Müslümanların yanlarında bir şeyler götürmelerini istememişlerdir. Bu dönemde Yunanistan’daki siyasi ortam da pek karışıktı; sık sık ihtilal olmaktaydı. 

Hükümeti ele geçirenler, kendilerini destekleyen bir kamuoyu istediklerinden, Yunanistan’a yığılan Rumların arzu ve isteklerine uygun politikalar üretiyorlardı[47]. Yunanistan’a olağanüstü yığılma sonucu, toplumsal ve ekonomik bunalımlar kendisini gösterdi. Yarım okkalık bir siyah ekmeğin fiyatı 5drahmiye kadar yükseldi. Parasının fazla oluşu bir yana, bu ekmeğin ya da bunun gibi pek çok maddenin bulunması bile büyük bir sorundu[48]. Büyük kentlerde dükkanların yağmalanmasına bile tanık olunuyordu. Yapılan yardımlar ise yetersizdi. Atina Merkez Komitesi, muhtaç durumda olan göç-menlere yardım etmek üzere kurulmuştu. Bir süre sonra bu komite de yardım yapamaz duruma düştü. Amerikan Yardım Kurulu adlı bir kuruluş hem Yunanistan’da, hem de Türkiye’de Rumlara yardım etmek üzere faaliyet gösteren bir başka kuruluştu. Oysa, sorunların ağırlığı o derece fazlaydı ki; ajanslar yalnızca Atina’da 200.000 kişinin açıkta kaldığından söz ediyorlardı[49]. 

Rumların Doğu Trakya’yı boşaltmaları üzerine, bölgede idari’ yönden bir boşluk doğmuştur. Bu durum, Türk Hükümeti’nin kısa sürede bölgedeki denetimi ele almasını sağlayacak stratejik konuma hemen erişememiş olmasından kaynaklanmıştır. Köy, kasaba ve kentlerden Rumların ayrılmalarının sonucunda, bölgede yaşayan Türkler, ulusal hükümetin bölgede denetim kurmasına kadar, geçici özel idareler oluşturmuşlardır[50]. Bu durum, Mudanya Bırakışması kararlarına uygun olarak, Türk jandarmasının bölgeye gelmesine dek sürmüştür. Bu süre içinde, bölgede yaşanan yönetim boşluğu, denetim eksikliği ve güvenlik yetersizliği gibi nedenler, özellikle terk edilen Rum malları üzerinde, haksız tasarruf edinmeler başta olmak üzere bir dizi sorunlar ortaya çıkarmıştır.Böylesine renkli bir tablo içerisinde tanık olunan şeyler, yalnızca nüfus yönünden ortaya çıkan boşluk değildir. Bu olguya dayalı olarak, yoğun nüfus boşalımının sonunda, ticaret, tarımsal, sınat ve kültürel yönlerden de önemli bir boşluk ortaya çıkmış; bu sektörleri ve alanları dolduran birikim ve potansiyel güç yitirilmiş; büyük oranda Yunanistan’a aktarılmıştır.

Kısacası, etnik ve kül türel yönden özdeş bir toplumsal yapıya geçişte, ulusçuluk boyutunda elde edilen kazançlara karşın, ekonomik yönden kayıplar ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak Türkiye’de, ekonominin hizmet, ticaret, tarımsal ve sınaT üretim sektörlerinde yoğun bir iş gücü ve girişimci potansiyel açığı ortaya çıkarken; Yunanistan’da bunun tersi bir durum oluşmuş, işgücü fazlası görülmüştür. Bu durumun, Türkiye’nin ekonomik yapısına bir darbe indirirken, Yunanistan’ın ekonomisine güç kattığı sayı pek doğru görünmemektedir; çünkü aktarılan birikimler, sayısal yönden önemli bir oran tutmakla birlikte, buna işlerlik kazandıracak ortam pek sağlanamamıştır.

Rumların Türkiye’yi terk etmesinden sonra, terk edilmiş ev sayısı yaklaşık olarak 100.000’di. Bu sayıya, mübadeleyi bekleyen ve mübadele ile Türkiye’yi terk eden Rumların bırakmış olduğu ev sayısı dahil değildir. Türkiye’nin ilk Mübadele, mar ve lsk Vekili olan Mustafa Necati’nin verdiği bilgiye göre, terk edilmiş olan bu 100.000 evin yaklaşık 20.000-25.000’i hükümetçe de netim altına alınabilmiş, diğer evler adeta yağma edilmiş, “şunun-bunun taht-ı işgalinde” kalmıştı[51]. Keyder’in yaptığı bir hesaplamaya göre ise yalnız eski Aydın vilayeti içinde Rumların bırakmış olduğu toprak miktarı, 2.7 milyon dönüm kadardı[52]. Ne yazık ki, Türkiye’nin genelinde Rumlardan geriye kalan toprak miktarının ne olduğunu gösteren güvenilir bir rakam elde bulunmuyor. Türkiye’den ayrılan Rumların içinde tacir, hekim, hukukçu, perakende satıcı, sanatkar ve her türden işçilerin oranı oldukça yüksekti. Bu sektörlerin büyük kısmını göçten önce Türkiye’de bu insanlar ellerinde tutuyorlardı. 

Bu kaynağa göre “erbab-ı sanat ve ticaret” olan Rum göç menlerinin sayısı 800.000 kadardı[53]. Bir yabancı araştırıcının belirttiğine göre ise Türkiye’yi terk eden göçmenlerin geneli, etnik yönden yabancı endüstri işçisiydi[54]. Genel olarak, hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın sanayileşememiş tarım ülkeleri oldukları düşünüldüğünde, giden ve gelen nüfusların karşı tarafa aktardıkları tarım bilgi ve becerileri karşı tarafa aktarılırken, ayrılan ülkede de bir boşluğa neden olmuştu. Örneğin Yunanistan’da gelişmiş bir tütüncülük vardı. Özellikle 1920’de Teselya’nın kesin olarak Yunan egemenliğine geçmesinden sonra, Yunanistan tütüncülüğü büyük bir gelişme göstermişti. Ağrinyon, Teselya, Argos en çok tütün yetiştiren yöreleriydi ve senelik üretimi 8-10.milyon tona ulaşmaktaydı[55] 

O dönemin tanığı olan bir kaynakta vurguhandığına göre, Yunanistan’ın Anadolu hezimetinden sonra Türkiye’nin Taradeniz sahili, İzmir ve Bursa gibi en iyi tütün yetiştiren yörelerinden Yunanistan’a göç etmiş olan tütüncülük „mütehassısı“ rumlar, Yunanistan tütüncülüğünde daha çok „terakkiyat“ husule getirmişlerdi. u nedenle Tütün tarımı Yunanistan’da her tarafına yayıldığı gibi, bilhassa adalarda ve Atika’da yayılmasına neden olmuşlardı. Anadolu göçmenlerinin vürudundan evvel, Atika kıtasında hiç tütün yetiştirilmiyordu[56] Bu durumda, Türkiye’nin güncel yaşantısıyla doğrudan ilgili olan meslek dallarından, yüksek oranda meslek sahibinin ayrılmasıyla, büyük bir açık ortaya çıkmıştı. Bu açık, nüfusu yaklaşık olarak 11 milyon olan ve büyük savaşların içinden yeni çıkmış Türkiye için gerçekten önemliydi. Mübadele Sözleşmesinin yürürlüğe girmesiyle, bu boşluğun doldurulması için önemli bir tarihsel fırsat yakalanmıştır. Türkiye’ye getirilen yarım milyona yakın Türk, pek çok ve geniş boyutlu sorunlar yumağının içine yuvarlanmış olmakla birlikte, Türkiye’nin nüfus, kültür ve ekonomi dallarında kavuştuğu ulus çu karakterin edinilmesinde önemli bir etken olmuşlardır[57].

KAYNAKÇA
[1]Anlaşma metni için bkz. Ismail Soysal; Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Si yasal Antlaşmaları, 1(1920-1945), Ankara, TTK Yayını, 1983, s. 17-22; yine bkz. Mehmet Esat Atuner; Mübadeleye Dair Türkiye ve Yunanistan Arasında Imza Olunan Mukaveleler, Istanbul, 1932.
[2] Bkz. Kemal Arı; Büyük Mübadele. Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), Istanbul, Tarih Vakfı
[3] Konu ile ilgili olarak şu yapıtlara bkz: Stefanos Yerasimos; “Pontus Meselesi’ Toplum veBilim, 43-44 (Güz 1988-Kış 1989), s. 33-76; Mahmut Goloğlu; Pontus, Ankara, 1973; Pontus Meseles Ankara, Matbuat ve istihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi Yayını, 1338; konu yine şurada incelenmiştir: Kemal Arı; Ulusal Mücadele’de Pontus Sorunu, AUDTCF, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilimdalı, (Yayınlanmamış Lisans Tezi,>, Ankara, 1985; ayrıca bkz. YuluğTekin kurat; “Yunanistan’ın Küçük Asya Macerası”, Uçünca Askeri Tarih Semineri: Türk-Yunan llişkller Ankara, Gnkur. Yayını; 1986, s. 407-424.
[4] Anadolu Rumu, Manoli’nin Yunan propagandasına kanarak, Türklere karşı savaşmasındansonra, bu aldanıştan yakınışı: Dido Sotiriyu; Benden Selam Söyle Anadolu’ya (Roman),(Çev. A. Tokatlı), Istanbul, 1986, s. 228-229; “Ben Karamanlı öyle bir Rum idim kı, dünyadaMüslümanlar kadar kimseyi sevmezdim. 0 esnada köye bir Yunanlı geldi. Gizli gizli Rumahaliye ömrümüzde işitmediğimiz, bilmediğimiz şeyler söylüyordu. Bunlar bizim eski ecdadımızın isimleri imiş. Öyle facialar meydana getirdik ki... Ah, kör olsun beni baştan çıkaran o Yunanlı domuz!”; Kadir Mısıroğlu; Yunan Mezalimı, Istanbul, 1968, s. 249.
[5] Konu ile ilgili olarak bkz. H. Yavuz Ercan; “Fener ve Türk-Ortodoks Patrikhanesi”, DTCFTarih Araştırmaları Dergisi V (1967), Ankara, 1970, s. 411-429; (Gotthard Jaeschke;“DIe Türkisch-Ortadoxe Kirche”, Der lsl XXXIX (Februar 1964 s. 95-129; Cami Baykurt;Osmanlı ülkesinde Hristiyan Türkler, 2. baskı, Istanbul, 1932, Teoman Ergene; lstikl Har-binde Türk Ortodoksları, Istanbul, 1951; Papa Eftim; Ortodoks kiliselerine bir genelgesindeşöyle diyor: “Biz Anadolu’da iki kardeş asırlardan beri yanyana yaşadık. Anadolu davasındabiz, Türk kardeşlerimizle tamamen müşterekiz... Fener Patrikhanesi(nin) ruhan! vazifesiniihmal ederek, şanlı Türk ırkının biz şanlı evlatları olduğumuz halde, bizi desise ile Yunanlıyapmaya kalkışması,... Allah’ın emrine ve hakikate muhaliftir’ genelgenin tamamı: Jaeschke; a. g. m. , s. 108-110.
[6] Bkz. dn. 2; yine bkz. H. Yavuz Ercan; a. g. m. , s. 413-415;Jaescheke; a. g. m., s. 102-103.
[7] Jaeschke; a. g. m., s. 102-103; H. Yavuz Ercan; “Türk-Yunan İlişkilerinde Rum Patrikhanesinin Rolü”, Uçüncü Askeri Tarih Semineri: Türk-Yunan Ilişkileri, Ankara, 1986, s. 204. . .
[8] Bkz. Zeki Arıkan; Mütareke ve Işgal Dönemi Izmir Basını (30 Ekim 1918-8 Eylül 1922), An-kara, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını; 1989, s. 71; Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Sa-yaşı Başlarken, Istanbul, 1970, s. 245; G. Jaeschke, a. g. m. , s. 103.
[9] A. g. m. , s. 103.
[10] Türk İstiklal Harbi; Vi (İstiklal Harbi’nde Ayaklanmalar: 1919.1921), Ankara, Gnkur. Yayını,974 s. 283-285; ayrıca bkz. Gotthard Jaeschke; Kurtuluş Savaşıyla İlgili İngiliz Belgeleri(Çev. 0. Köprü (ü), Ankara, TTK Yayını, 1971, ss. 56-59.
[11]  Selahattin Tansel; Mondroslan Mudanya’ya Kadar, 1, Ankara, Başbakanlık Yayını; 1973, s.100; yine bkz. Mithat Sertoğlu; “Trabzon Bölgesi’nde Rum-Pontus Cemiyeti Kurulması Faaliyetleri’ Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S.108 11(1968), s. 5-6; Sebahattin Özel; Mi/it Mücadelede Trabzon, Ankara, TTK Yayını, 1991, s. 30-47, 122-139.
[12] Örneğin şu yapıtlara bkz. Yerasimos; a. g. m. , s. 33-76; Pontus Mese(es çeşitli sayf Tür-kiye’de Yunan Fecayi, 2 cilt, Istanbul, 1337; Anadolu’da Yunan Mezalim 3 kısım, Ankara,1338.
[13] ATASE Arşivi, Klasör: 1368; Dosya 13/48-85; baskılar yalnızca bu bölgede sınırlı kalmıyor, bütün işgal alanlarında görülebiliyordu; örneğin, Yunanlılar’ın İzmir’i işgalleri sırasında gasbettikleri para ve eşyayı gösteren bir liste: ATASE Arşivi, Klasör: 1366: Dosya: 73/ 16-14.
[14] ATASE ARŞİVİ, Klasör 1368.
[15] ATASE ARŞİVİ, aynı klasör...
[16] Bir Kent Bir İnsan-İzmir’in Son Yüzyılı : S. Ferit Eczacıbaşı’nın Yaşamı ve Anıları, (Haz:YaşarAksoy), İstanbul, Eczacıbaşı Yayını, 1986, s. 185.
[17] Mehmet Asım; “Yunan Mezaliminden Mesul Olan Kimdir?’ Yunan Mezalimi (İzmir’denBursa’ya), Istanbul, Yeni İstanbul Yayını, 1970, s. 18-21.
[18]Seda-yı Hak; 7 Eylül 1922.
[19] S. Ferit Eczacıbaşı’nın..., s.            185.
[20] Anadolu’da Yenigün; 21 Eylül 1922.
[21]S. FeritEczacıbaşı’nın..., s.              185.
[22] A. g. e. ; s. 187.
[23] Ulus, 9 Eylül 1968.
[24]  Kendi notlarından; DEÜ. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi; Yüzbaşı Şerafettin Bey Dosyası...
[25]  Aynı arşiv, aynı dosya.
[26] Ayrıntılı bilgi için bkz: Kemal Arı, “İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin Bey”, Yedinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I , Gnkur yay., Ankara, 2000, s.429-453: aynı yazar, “9 Eylül Günü İzmir’e İlk Giren Türk Subayı Yüzbaşı Şerafettin ve İzmir’in Kurtuluşu Üzerine Notları”, Toplumsal Tarih, XIII/ 77 (Mayıs, 2000).
[27]Anadolu’da Yenigün,  2 Teşrinievvel 1922.
[28] Tanin; 14 Ocak 1923.
[29] Tanin, 26 Mart 1923.
[30] Tanin, aynı sayı.
[31] Vakit, 7 Aralık 1922.
[32] Tanııı, 29 Kanünusani 1923.
[33] Tanin, aynı sayı.
[34] Vakit, 7 Aralık 1922.
[35] Vakit,10 Aralık 1922.
[36] Vakit, aynı sayı.
[37] Vakit, 29 Ağustos 1923
[38] Vakit, 33 Teşriniewel 1923.
[39] Vakit, 31 Ekim 1923.
[40] Geri dönmelerini sağlayan kanun: Düstur, Üçüncü Tertip, V, Ankara, 1969, s. 646.
[41]
[42]
[43]
[44] Bkz. TBMM Zabıt Cerides Devre Il, Içtima 1, c. IX, Ankara, 1975, s. 60; yine bkz. Bilge Umar, Izmir’de Yunanlılar’ın Son Günleri, Istanbul, Bilgi Yayını, 1968, s. 332; “Birçok Rumlar Midilli, Sakız ve Sisam adalarına gitmişlerdir”: Yeni Asır (Selanik); 10 Eylül 1922; “Ewelsi gün şehrimize Patris vapuruyla 2100 yaralı gelmiştir. Bunların eskerisi hafif mecruh olup, arzu edenlere memleketlerine gitmek için etibbanın müsadesiyle mezuniyet verilmiştir. Aynı sefine ile bir hayli muhacirin de gelmiştir. Muhacirlerden halü vakti iyi olanlar otellere yer leştirilmişlerdir. Fakir olanlar hükümet tarafından meskün olacaklardır”: Yeni asır; 11 Eylül 1922; “Gece Izmir’den Pire’ye 3.000 muhacir daha gelmiştir”: Yeni Asır, aynı sayı; Tür kiye4den Yunanistan’a mübadeleyi beklemeden kaçan Rum lahn sayısını kesin olarak be lirlemenin olanağı olmamakla birlikte, 1.000 000’dan fazla olduğu sanılmaktadır. Omer Lütfi Barkan ‘a göre, mübadele edilenlerler birlikte, 1923-1926 yılları arasında, 1.221.849 Rum Yu nanistan’a gitmiştır. 0, Anadolu’dan Yunan ordusuyla kaçan Rum göçmenlerinin sayısını, 150.000 olarak vermekte ve bölgesel olarak kimi oranlar da belirtmektedir ki; hiç bir kaynak göstermeden verdiği bu sayıya, diğer bazı kaynaklardan edinilen bilgiler inanmayı pek ola naklı kılmıyor; bkz. Ömer Lütfi Barkan; “Harp Sonu Tarımsal Reform HareketIeri’ Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserl 1, Istanbul, 1980, s. 58; bir başka araştırıcı, sayı vermenin zorluklarına değinmekte ve toplam olarak 1.200.000 Grek asıllı Ortodoks Hristiyana karşılık, 400.000 Türk kökenli Müslümanın değiştirildiğini belirtmektedir: Jacques Vernant, The Refugee in The Post-War World, New Haven, Yale Universıty Press, 1953, s. 239.
[45] Tanin, 28 Teşrinievvel 1922.
[46] Düstur, Üçüncü Tertip, V, s. 646.
[47] Hakimiyet-i Milliye, 17 Eylül 1923: şu araştırmaya bkz. SaçlI Akgün; “Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu’ Üçüncü Askeri Tarih s. 241-257.
[48]Tanin; 20 Teşrinievvel 1922.
[49] Tanin; 23 Teşrinievvel 1922.
[50] Tanın; 22 Teşriniewel 1922; yine bkz. Tevfik Bıyıklıoğ!u; Trakya’da Milli Mücadele, 1, Ankara, TTK Yayf nı, 1987, s. 456-463.
[51] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre Il, Içtima 1, c. ili, Ankara, t.y., s. 204; yine bkz. Arı; a. g. e., s.
[52] Çağlar Keyder; Dünya Ekonomisi içinde Türkiye (1923-1929), Ankara, Yurt Yayını, 1982, s.39.
[53] Keyder; a. g. e. , s. 38.
[54] Vernant; a. g. e. , s. 238.
[55] “Cihan Tütünleri, Tütün ve Tütüncülük” Ayın Tarihi, V/ 21 ( Kanunuevvel 1341), s.815.
[56] “Cihan Tütünleri, Tütün ve Tütüncülük” Ayın Tarihi, V/ 21 ( Kanunuevvel 1341), s.815.
[57] Ayrıntı için bkz. Arı; a. g. e., 5. 198.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder