Altı üstü bir öyküydü okuduğum. Ucu ötelerden Adnan’a değiverdi. Düşüncenin kanatlarında, bir değip bir kaçtık ufuk çizgisinden. Çocukluğumun bahar kokulu sokaklarından bulutlu günlerine…
Kısacık zaman parçasının kanatlarındaydım, bedestenden koyu yeşil manto aldı Babam. Üstümde yeşil manto, içimde buz dağı! Ansızın büyüdüm. Özlemlerim Ankara yollarında. Iradıkça ıradı Samsun… Denizi görmek için sabırsız içimdeki çocuk… Kulaklarımda öfkeli dalgaların uğultusu, maviler akacak yüreğime… Ankara’nın yeşilini bastıracak doğduğum kentin ıslak yüzü…
Kent uykuda. Adnan uyanık. Parke taşlı sokağın başında yerini almış. Geleceğimi duyumsamış olmalı. Ağlar mıyım, gülümser mi Adnan bilir. Kentin rengi mi değişir, sesler mi çoğalır, eksilir mi insanlar Adnan bilir! Anam unutur, Adnan unutmaz. Çok düşünür, az taşınır! Sıradan yaşamları atlar da incitmez karıncayı. Tam donanımlı Adnan! Mavi yeşil bakar yaşama! Saçsız da düşünür, saçsız da aşık olur Adnan. Yüreğindeki ateşin alazı dağlar, yandım demez.
“Sen şimdi içecek de istersin,” der, Adnanca’yı bilen adam. Ayranını içer içmez düşer yola. Kestirme yoldan iner. Tele takılır pantolonu. Dizden altı çıplaktır artık. Nicedir soğuk üşütmez, nicedir iklimler atlar onu…
Yırtık pantolonla yürür Çifte Kahvelere. Güneşe döner yüzünü. Bir güneş bakar, bir Adnan. Gözünü kırpmaz. Mavi yeşil dalgalanır. Birkaç bozukluk atarlar önüne, aldırmaz. Şeker verseler alırdı, çocukluğunun hatrına!
Dalgınca bakar güne. Cumhuriyet Meydanı’nda duraklar. Bir kanepeye çöker. Muzosu iner otobüsten, sarılırlar. “Beni mi bekliyordun Adnan?” Mavi yeşil kızar Adnan. Bu da sorulur mu, der Adnanca!
“Hadi gel çorba içelim, eskiden yaptığımız gibi, şöyle bol sirkeli, sarımsaklı işkembe çorbası. Doymazsak bir daha, doymazsak yine, doymazsak…” Gözleri dolar Muzo’nun sarılırlar. Yeğniyle siler gözlerini. “
“Düşünsene Adnan, eskiden bir tabak işkembe çorbası alabilirdik bütün paramızla. Bir çorbaya iki kaşık vermezdi garson bozuntusu hır çıkarırdık. Patron duyar, iki kaşık gönderirdi. Ekmek doğrardık kaynar çorbanın içine. Öyle lezzetli çorba içmedim ömrümde. Ya sen Adnan, ya sen?
Adnanca’nın da bir sınırı var! Askerliğinden öteye geçit vermez. Ne doktora ne de Muzoya. Yine de mavi yeşil bakar Serpil’e. Aylarca bekler Adnan. Geleceği anı sektirmez, köşede biter. Akşamdan varsıllaşır düşleri. Düş kelebekleri uçuşur sabaha değin! Serpil’in eli omzuna değer; İyi misin Adnan? Beni mi bekledin?” Bakar Adnan, yanıtı bakışındadır. Birbirine küs kirpiklerin arasından mavi yeşil ışıklar gönderir gözlerime. Gizlerim dökülür, çırçıplak kalırım. Boy vermişse başaklar yüreğinde, mavi yeşil bir teşekkürdür ışıyan! Ilık bir yağmur okşar kenti; otunu, dikenini; kurdunu, kuşunu okşar...
Elbirliğiyle hazırlık yapar doğa; sevdiği gelecektir, bir de Muzosu!
Bu kez uzadı der Adnanca. Ondandır Cumhuriyet Meydanı’nı yurt bellemiştir. Fırıncının uzattığı sıcak ekmek göğsünde! Güneş’ten de acelesi var bugün…
/Zübeyde Seven TURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder