/Güngör Gençay
1. Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihten silinmesini hazırlarken, bir yandan da kendi gençlerini öğüttü. O günlerde 29 milyon nüfusu olan Türkiye, cephelerde savaşan bir buçuk milyona yakın insanını kurban verdi. Bu yıkımın doğal sonucu olarak, öksüz ve yetim kalan çocuklar giderek çoğalmaya başladı. Bu olgu, Osmanlı’da “Darüleytam” olarak anılan yetim yurtlarının açılmasına neden oldu. İlkokulu burada bitiren çocuklar, daha sonra demircilik, tesviyecilik, motor torna ve marangozluk öğrenmeleri için sanat okullarına gönderilecekti. Ne ki, çöküntü durumundaki devlet bütçesi buna olanak vermedi. Hatta bazı dönemlerde, gündelik yiyecek gereksinimini bile karşılayamadı. Darüleytam çocuklarının büyük bir bölümü, hayatın acımasız çarkı içinde yitip gitti.
1927 yılına kadar varlığını sürdüren Darüleytam’lar, daha sonra işlevlerini yitirdikleri için kapatıldı. “Öksüz Musa” gerçekte yüzlerce öksüz Musa’nın yetimler yurduna geçirdiği çileli yaşantının yansımasıdır.
Romanın özeti
Babası, abisi ardından da annesi ölünce ortada kalan Musa ve iki kız kardeşi, Samsun Darüleytamı’na verilirler. Burası, eski bir Ermeni okuludur. Hemen üst yanındaki dik yamaçta bulunan kilise ise yemekhane olarak kullanılmaktadır.
Sultan Reşat ölüp yerine Vahdettin geçince, Darüleytamlar işlevli bir duruma getirilmek istenirse de başarılamaz. Çocuklar, dilenerek, hırsızlık yaparak ya da çöplerden öteberi toplayarak yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar.
Savaşta yenilince Ermeniler kendilerine ait mülkleri geri alıp yerleşirler. Samsun Darüleytamı kapanınca çocukların bakımını belediye üstlenir. Sahibi gelmeyen Ermeni evlerine numara verilerek çocuklar buralara yerleştirilir. 1919 yılına kadar bu denli süren yaşam, Vahdettin’in bütün öksüzleri İstanbul’da toplamak istemesi üzerine değişir.
Darüleytamlar Genel Müdürü Selahattin Bey’in, yüz üstü bırakılan Darüleytamları bir yerde toplamak düşüncesi dönemin padişahı ve milli eğitim bakanı Rıza Tevfik tarafından da desteklenir. Böylece, Beyrut, Ordu, Armasya, Samsun ve Erzurum’dan getirilen kız çocukları Validebağ; erkek çocukları ise, fabrikaların yoğun olduğu Beykoz Darüleytamı’na yerleştirilir. Amaç, devletin olanaksızlıktan ötürü okutamadığı çocukları bir zanaat sahibi yapmaktır.
Bir ara işgalci İngiliz askerleri ve onların emrindeki Hintliler tarafından rahatları kaçırılsa da, Musa kendi kendine öğrendiği okuyup yazmayı burada ilerletir. Okulun bando takımında yer alır.
Arkadaşı Kazım’ın getirdiği Kazım Karabekir’in şiirlerini içeren kitaptan etkilenerek şiirler yazar. Ancak bir süre sonra okulda trahom salgını baş gösterir. Hastalığa yakalananlar okulda bırakılarak diğerleri başka okullara gönderilir. Musa’da kendini önce Halıcıoğlu, sonra da Silivri yöresindeki Rumların mübadele nedeniyle bıraktığı Bigados köyünde bulur.
Burada kimsesizliği biraz daha acı biçimde yaşayan, ancak okumayı bırakmayan Musa, Cumhuriyet’in ilanından bir süre sonra Amasya öksüz yurduna gönderilir. Müdür Hakkı Bey, ondaki farklılığı görür. Musa’nın hem sanatçılığının gelişmesi için katkı sunar, hem de çok sevdiği öğretmen olmasının yolunu açar. Şiir yazan ve resim çalışmaları yapan Musa’yı çevresine övgüyle tanıtarak, şiirlerinin yerel gazetede yayımlanmasına aracı olur. Aynı zamanda Milli Eğitim Müdürü Vekilliği de yapan İbrahim Hakkı Bey, Musa’nın Amasya’nın Zana bucağındaki bir okula vekil öğretmen olarak atamasını yapar.
Yazar ve kahraman Hasan İzzettin Dinamo
Yaşamını, “Öksüz Mustafa” romanında kaleme almıştır. Bu anılar, babası, annesi ve abisini kaybedip yetimler yurduna girişinden vekil öğretmenliğe atanışına kadar olan süreyi kapsar.
Yiyecek ve giyecek sıkıntılarının yanı sıra çocukluktan gençliğe geçişin darüleytamlarda yaşayan Dinamo, arkadaşlarını da içinde bulunduğu durumu “...Hepsi umutsuz, amaçsızdı. Hepsi ergenlik çağının korkunç disiplinsiz bunalımları içinde yüzüyorlardı” diyerek tanımlar.
Bigos Köyü’nde, bu sıkıntıların dibe vurduğu koşullardaki Musa’nın duygu ve düşünsel yapısını: “... Kendisini bu bir kenara itilmişliğiyle ilgilenmeyen her türlü güce, insana, makama karşı içi tiksintiyle doluydu. Elinde bir güç olsa, bugün kendisi için yararsız, belki de zararlı güçleri birer yumrukta haritadan silmeye çalışırdı” biçiminde dile getirir anlatıcı.
Buna karşın, kırılan sol ayağı iyileşinceye kadar, onu sırtında taşıyan arkadaşı Celal’le birlikte daha birçok özverili tanış ve arkadaşına, ispiyonculuğu tümden reddeden Darüleytamlılara minnet duyar, saygıyla anar.
Dönemin Millli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Mustafa Kemal’e evlatlık olarak götürmek için çok ısrar ederlerse de kızkardeşi Adviye kabul etmeyince, arkadaşları olan Zehra’yı götürürler. Zehra daha sonra Paris’ten Türkiye’ye dönerken kendini trenden atarak intihar eder.
Yaşadığı böylesi çarpıcı ve beklenmedik tanıklıklar, onda yaşamı boyunca unutamayacağı izler bırakır. Bunlardan büyük bir bölümünün daha sonra eserleri içinde de yer aldığı görülür.
Darüleytam gezgini olan Dinamo, bu okullarda gördüğü olaylar, edindiği bilgi ve kazandığı anılarla, düşünsel bir erginliğe ulaşır.
1940’lı yıllarda TKP’de birlikte çalışacağı Sebati Selimoğlu’nu, değerli bir Marksist öğretmen olan Kemal ve Hamdi Konur kardeşler ile daha sonra Kerim Sadi ya da A. Cerrahoğlu adıyla ünlenen Fransızca öğretmeni Nevzat Mahmut’la okullarda tanışır. Yaşam boyu sürdüreceği arkadaşlıkların ve dostlukların kapısını açar.
Yaşadığı bunca zor koşulların, pahalı da olsa Dinamo adına kazanımları olmuştur elbette. Her şeyden önce Kuran okuyup namaz kılacak kadar kaderci bir anlayışın etkisi altına giren Dinamo, yine çocuk yaşta yolunu bularak, aykırı düşünmeyi öğrenmiştir. Müziğe yatkın bir kulağı edinmenin yanı sıra, bir çok eserinde yararlanacağı doğanın halleriyle, bu ezilmişlikleri yaşarken içli-dışlı olmuştur. O nedenle “Öksüz Musa” edebiyatımızda yaşam ve gerçeklik ilişkisinin önemli bir örneğini oluşturur.
Günümüze bakan Musa
“Öksüz Musa”nın günümüz için de söylediği çok şey var. Bu eser, her şeyden önce 1. Dünya Savaşı’nın yoksul ve kimsesiz çocuklar tarafından algılanışını ve gösterdikleri tepkilerin ilk sözcüsüdür. Bu bağlamda, toplumun zayıf varlıklarından biri olan çocukların ezilip sömürülmesini ortaya koyarken toplumdaki bozulmaya da ayna tutmaktadır. Ayrıca, o dönem çeşitli yönlerden günümüzle karşılaştırmanın da zeminini hazırlamaktadır.
“Öksüz Musa”, atmosferi hayatın acılarıyla yüklü, karanlık günlerin romanıdır. Ama hiçbir zaman, pencereleri siyah perdelerle örtülmemiş; yüzü aydınlığa kapatılmamıştır. O nedenle insana mücadele gücü verirken, acıları süzebilme ve dönüştürebilme yetisi kazandırır.
Temiz bir Türkçe ve akıcı bir anlatımla kaleme alınan “Öksüz Musa”nın uzun yıllar sonra yeni baskısıyla karşılaşmak, tarif edilemeyecek kadar sevindirici elbette. Ama redaksiyon, düzelti ve baskı hataları bunca fazla olmasaydı, “Öksüz Musa”ya kavuşmanın tadına doyum olmayacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder