BAFRALILAR ADINA İSTANBUL'A ÇEKİLEN TELGRAF METNİ AYNEN ŞÖYLEDİR:
"BAFRA 18 Mayıs 1335 / 31 Mayıs 1919
Yüce Padişah Huzuruna
Şevketmaap Osmanlı memleketinin önemli bir parçasının teşkil eden o mübarek İzmir'imizin Yunanlı tarafından keder verici işgali haberinin Vilson prensiplerine ve mütareke hükümleri ile devletler hukuku genel hükümlerine aykırı bulmak itibari ile, İslamları kalplerinde doğurduğu teessürlerin tarifi kabul değildir. Bu sebeple her suretle savunmanın meşrulğu ve devletler hukukuna tecavüzün, açık olan usulsüz ve haksızlığa karşı men ve kaldırılmasını icap ettiren, yapılan müessif müdahale üzerine zatan/ Basü Ba delmevte/ kat'iyyen imanları olan mü'min ahalinin, kurtarılmasına müheyya olmaları hususunda iradeyi şahanelerine muuntazır bulundukları arz olunur.
Bafra İslam Ahali Adına Müftü Ahmet Ali
Ulemadan Ustazzade Hasan Fehmi
Belediye Reisi Dursun,
Ulemadan Kolaylızade Hafız Nuri
Çıplak Zade Hulusi"
İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali, ilçedeki Rumların iyice şımartmış, küstahlaşmıştır. Türk ahalinin büyük mitinginden sonra adilik ve barbarlıklarını artırdılar. Çünkü, en çok korktukları şey, Türk'ün birlik ve beraberlik içinde olmasıydı. Biliyorlardı ki, Türk insanı birleşince tarihin her devrinde görüldüğü gibi yeniden kükrerdi. Bu azmin kırılması lazımdı. Bunun tek yolu da onlara göre Müslüman-Türk ahaliye baskı yapmak, yıldırmak, bezdirmekten geçerdi. Netice itibariyle Rumlar, mitingi de bahane ederek azgınlaştılar. Güvendikleri teşvikçi odak merkezi İstanbul Rum Patrikhanesindeki "MAVRİ MİRA" cemiyeti idi.
İstiklal savaşımızın önderi; :Karadeniz bölgesindeki çalışmaları sırasında bu konuyu tefarruatıyla tesbit etti. Ve Patrikhanenin haince çalışmalarıyla ilgili olarak 22 Ağustos 1919 tarihinde "GAYET MAHREM TUTULACAKTIR" mahreçli bir tamim yazıp, durumdan yetkilileri haberdar etti. Tamim, özet halinde ve fakat gayet açık-seçik şekilde sinsi gayretlerle dikkati çekiyordu. Söz konusu tamim metni şöyle idi:
"Gayet mahrem tutulacaktır.
Erzurum 22.8.1919
TAMİM
Pek mevsuk, elde edilen malumata göre Rum Patrikhanesinde Mavri Mira isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun Reisi Patrik vekili Dreteos, azaları; Atenegoras, Enez Metropolitik, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos, Dipasimas, Ayinpa, Polimitis,Siyari isimdeki zevattır. Heyet doğrudan Venizelos'tan talimat alıyordu, Rumların ve Yunan hükümetinin muaveneti naktiyesiyle pek azim bir sermayesi vardır.
Vazifesi Osmanlı vilayetleri dahilinde çeteler teşkil ve idare eylemek, mitingler ve propagandalar yapmaktır. Yunan Salibiahmeri de bu Mavri Mira heyetine merbuttur. Vazifesi sureta muhacirlere bakmak gibi insani bir perde altında çete teşkilatı yapmak, tertibatı ihtilali ile izhar eylemektir. Bu suretle eczayi tıbbiye ve Levazımı sıhhıye namı altında silah, cephane ve teçhizat memaliki Osmaniye'yi ihlalidir. Hatta resmi muhacirin komisyonu da Mavri Mira heyetine tabidir.
İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi silah ve cephane deposu halini almıştır. Ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askeri ambarlar gibi kullanılmaktadır.
Rum mekteplerinin evvelce, bizim yapıp ta tam şimdi sırasıyken maalesef terkettiğimiz izci teşkilatları tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idare olunmaktadır. İstanbul, Bursa, Bandırma , Kırk kilise, Tekirdağ ve mülhakatına izci teşkilatı itmam olunmuştur. İziler yalnız çocuklar değildir. 20 yaşını mütecaviz gençler de dahildir. Anadolu'da Samsun ve Trabzon ve cephane tevzi mahallidir. Müsait bir halde yelkenli Yunan sefinesi istasyon halinde cephane ve eslihayı hamilen mahallerde bulundurulacaktır. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir.
Mustafa Kemal
O sıralarda toplu bir kıyım hareketi için halkının tamamı Rum olan köyler şunlardır:
Büzmelek (Gümüşyaprak), Lengerli (Yarısı), Domuzyağı, Sürmeli, Evrenuşağı, Çırıklar, Kaydalapa (Sarıçevre), Peskeller (Yakıntaş), Aktekke, Bakırpınarı, Asmaçam, Kapıkaya, Asar, Selemelik, Eldavut, Ağcalan, Örencik, İkiztepe, Köstenuğaşı (YeniKöy), Balıklar, Hırsa Mengenler, Derbent, Ormanus, Karacageyik (Kösedik), Kuzualan, Lodoros (Osmanbeyli) , Terzili.
Bu köylerde onları yöneten kişiler olduğu gibi, köyler arasında bağ kuran Rum çete başları da vardı. Bunların en önde gelenleri Bafra merkezi ve mıntıkasında sorumlu Antimos, Aktekke ve çevresindeki baskınları tertipleyen Andik ve Nikola Kızılırmağın doğu yakasındaki katliamların düzenleyicisi Çorakli İstavri, Ağaçalan ve çevresindeki yüksek köyleri baskın planlayıcısı Anastas ve Nebyan mıntıkasında görevli Andon idi. Adı geçen çete başları beraberinde toplandıkları çapulçu sürüsü ile, vatandaşlarımıza her türlü kötülüğü reva görüyorlardı.
Günümüzde dahi zihinlerinden silinmeyen olaylar yaratmışlardı. Bunlardan bir tanesini, o günleri bizzat yaşamış Kadir Ceylan isimli, 80 yaşındaki yurttaşımız şöyle anlatıyor.
"1333(Hicri) yılında 15 kadar yerli aile peskeller (Yakıntaş) köyüne yerleştik. O zaman buralarda Rumlar oturuyorlardı. Bizi çekemediler. Köyden kovulmamız için türlü tertipler düzenlediler. Tarlada, bahçede, yolda gördüklerine hakaret ettiler, fırsat bulunca dövdüler, hatta işkence yaptılar. İlgili makamlara gidip, kendi suçlarını bize yükleyerek, (Türkler bizi dövüyor, hakaret ediyor) diye iftiralarda bulundular. Hatta işi daha da ileri götürerek o tarihlerde Samsun'da bulunan İngiliz işgal kuvvetleri komutanına bizi şikayet ettiler. Bunun üzerine İngiliz komutanı, köyümüze kendi askerlerinden müteşekkil bir müfreze gönderdi. Köye gelen İngiliz askerleri, türlü şekillerde kuvvet gösterisi yaparak, gözümüzü yıldırmak istedi.
Biz, durumu daha sonra zamanın Bafra Kaymakamına ilettik. Köyümüze geldi, incelemelerde bulundu. Sonra da Ayazma (İkizpınar) köyüne yerleşmemiz kararlaştırıldı. Kendi vatan topraklarımız üzerinde sürgün ediliyorduk. Fakat içinde bulunduğumuz şartlar bizi çaresiz kılıyordu. Rıza göstererek Ayazma'ya gittik. Kısa zamanda oraya alışmış ve yerleşmiştik.
Bir gece korkunç canhıraş feryatlarla uyandım. Pencereden dışarıya baktığım da köy, ateşler içindeydi. Bu arada bizim ahırda tutuşmuştu. Hemen koşup aşağıya indim. Ortalık ana-baba günü idi. Rum çeteleri ellerindeki silahlarla halka ateş ediyorlar, yanan paçavraları alevlerin içine,ahırlara,samanlıklara atıyorlardı. Gökyüzü çıkan yangınlarla kıp-kızıl olmuştu. Çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden ateş ediyor, dipçikliyor, öldürüyorlar, yakıyor, yağmalıyorlardı.
Aradan ne kadar zaman geçmişti hatırlamıyorum, yeni silah sesleriyle irkildik. Önce takviye, ediyorlar sandık. Ama öyle değilmiş. Bunlar, Gazibeyli ve Lenberli köylerinden vaziyetimizi kavrayıp, imdadımıza koşan Müslüman halktı. Onların geldiğini gören Rum çeteleri kaçmaya başladı. Ama saçı sakalı birbirine karışmış, gözü dönmüş bir eşkiyanın, canmavarın kaçarken on bir yaşlarında bir Türk çocuğunu nasıl kurşun sıkarak,onu hunharca katlettiğini hiçbir zaman unutmayacağım. O gece köye bağlı 7 mahallenin evlerinin büyük çoğunluğu yakılmış ve talan edilmişti."
Rum çetelerinin yaptıkları sadece, Kadir Ceylan dedenin gözleri yaşlı vaziyette anlattığı bu olaydan mı ibaretti? Elbette ki hatır. Zira hafızalardan silinmeyen ama Türk kadının namusuna ne kadar düşkün olduğunu ispatlayan olaylarda vuku bulmuştu. Bunlardan bir tanesi o zamanlar Peskeller (Yakıntaş)) köyünde oturan Şerife isimli bir kadınımızın başına gelmişti. Olay şöyledir:
Bafra merkezi ve çevresinden sorumlu Rum çeteleri reisi Antimoş, köyün kuzeyinde hayvanlarını otlatmakta olan Şerife'nin kaçmasına fırsat vermeden kıskıvrak yakalarlar. Hayvanlar yakalanır. Şerife direnmektedir. Çete reisinin amacı, hayvanların yanı sıra Şerife'yi de götürmek ve onu kirletmektir. Fakat Türk kızı sandıkları gibi korkak değildir. Kendisini tutan gözü dönmüşlerden birinin bıçağı kapar ve karşısında zevkten kıvranan Antimoş'un üzerine yürür. Durumunun nezaketini anlayan çete reisi, birden her zaman ki haline döner ve elindeki tüfeği genç kadına doğrultarak, bütün fişekleri vücuduna boşaltır. Talihsiz Şerife anında şehit olur.
1320 doğumlu Hacı Hüseyin Kurnaz isimli bir vatandaşımız, o tarihlerde yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor:
"Andavallı'ya (Bakırpınarı) oduna gidiyorduk. Üç kişiyidik. Birden şiddetli bir tüfek ateşi ile karşılaştık. Hemen kendimizi yere attık. Aradan bir saniye geçmiştik ki, eli silahlı 5 kişi tepemize dikildi. Bizde silah olarak yanımdaki bıçaktan başka bir şey yoktu. İçlerinden birisi çete başı İstavria'ya götürüleceğimizi söyledi. Daha sonra kendi aralarında Rumca bir şeyler konuştular. Bir müddet tartışlar ve sonunda bizimle konuşan ilk Rum, bizi İstavria 'ya teslim etmekten vaz geçtiklerini, fakat üzerimizde ne var , ne yoksa hepsini alacaklarını söyledi. Bir ara gözü, ismi Şevki olan yanımdaki arkadaşın parmağındaki yüzüğe takıldı. Hoşuna gitmişti. Arkadaşın nişan halkası idi. İstedi. Arkadaş bir-iki kere çıkarmayı deniyormuş gibi yaptı, ve çıkmadığını söyledi. Onun üzerine üçümüzü kıskıvrak bağladılar. Önce üzerimizde ne varsa elbiseye varana kadar aldılar. Sonra bizimle muhatap olan Rum, Şevki'nin yüzüklü parmağını tuttu. Pis, pis sırıtarak;
- " Bu çıkmıyordu değil 'mi? Bak şimdi nasıl kolayca çıkacak " dedi.
Demesiyle belindeki keskin bıçağı çekmesi ve bir hamlede arkadaşın parmağını kesmesi an meselesi oldu. Korkunç bir şeydi. Şevki'nin yüzü şiddetli acı ile buruşmuştu. Bir müddet teklemeyip, işkence yaptıktan sonra bizi o vaziyette bırakıp gittiler..."
Kurtuluş Savaşı sırasında doğu cephesinde Puslara karşı savaşmış İstiklal Savaşı gazisi Hacı Bayram Şenel isimli yurttaşımız da, Bafra'da başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor:
"İstiklal Savaşı'ndan çok önce idi. Henüz daha küçük idim. Amcamla komşu köye giderken Rumlar bizi köklük mevkiinde çevirdiler. Ellerinde zamanın en geliştirilmiş tüfekleri vardı. Bizde ise silah namına bir şey yoktu. Ellerimizi arkadan bağladılar. Ve tüfeklerini bize doğrulttular.
Gözlerimi kapayıp, babamın öğrettiği kelime-i şahadeti getirmeye başladım ki, arka arkaya silahlar patladı. Vücudunda hiçbir acı hissetmiyordum. Gözlerimi açtım, birde ne göreyim? Rumlar kaçmıyorlar mı? Şaşırmıştım. Amcama baktım. Yan tarafı gösterdi. Eli silahlı bir kişi, kaçan Rumların arkasından hala ateş ediyordu. Bu Molla Ali idi. Akalan köyünden Molla Ali. Köyümüze gelirken bizi bu vaziyette görmüş,imdadımıza yetişmişti... Hemen ellerimizi çözdü. Fakat o anda kendisinin de sol göğüs tarafından yara aldığını fark ettik. Molla Ali yarasını hiç önemsemiyordu ama çok geçmeden yere düştü. Ve birkaç dakika sonra Allah'ın rahmetine kavuştu. Ruhu şad olsun..."
Muammerler (Kasnakçı mermerler) köyü de bir gece içinde yakılmış, yıkılmış, talan edilmiş ve 46 vatandaşımız şehit edilmişti. Etraftan yapılan baskıya daha fazla tahammül edemeyen köylüler, diğer köylere göç etmişlerdi.
Halk elinde silahı, sabaha kadar malını, mülkünü, namusunu, canını muhafaza için nöbet tutuyordu.
Papazların kışkırtmaları son hadde ulaşmıştı.
Kiliseler ibadet yerleri olmaktan çoktan çıkmış, Türkleri imha için silahlanma , taktik, teşkilatlanma merkezleri olmuştu. Mavri Mira'nın yardımlarıyla emir ve direktifler hemen uygulanıyordu. Köylerde sık sık toplantılar yapan papazlar ve diğer Rum idareciler, her gittikleri yerlerde:
-"Buralar bizim topraklarımızdır. Türkler buraları zorla gaspettiler. Onlara hayat hakkı tanımamalı, hepsini tek fertleri kalmayana kadar yoketmeliyiz. Pontus Devletini yeniden kurmalıyız." Gibi yalan, yanlış sözlerle halkı tahrik ediyorlardı. Bilhassa Ağcalan köyü papazı İlia, bir türlü Türk kanına doymak bilmiyordu. Yukarı köylerdeki bütün baskınların organizatörü o idi. Ama bilahare ilçede görevlendirilen Yüzbaşı Emin Efendi, bunu duymuş ve cezalandırmıştı.
O tarihlerde Bafra'da Rumlara karşı direnme harekatına girişen müfreze kumandanı Kocaman oğlu İsmail Bey'dir. Bu zat, Rum katliamlarının bir çoğuna engel olmuştu. Çakıroğlu Dursun Ağa ve oğlu Rahmi Bey isimli kişilerde milisler oluşturmuştu.
Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'da saçtığı fikirler yeşermeye başlamıştı.Çok geçmeden Rum eşkiyaları ve onları bilhassa maddi yönden besleyen Ermenilerle kıran kırana süren mücadele, infilak noktasına geldi. Memleketin her tarafında başlayan "varoluş-kavgası" bu ilkede de suratını arttırarak gelişti. Düşmanın elindeki zamanın en moderin ve teçhiç edilmiş silahlarına karşılık Türk'ün iman dolu göğsü, çelikleşmiş azmi vardı. Bu inanç, azim ve mücadele, ilçenin her tarafında tıpkı İzmir'in işgalini protesto mitinginde olduğu gibi bil-fiil kendini göstermeye başladı.
Bafra'ya bağlı ve etraf köylerdeki direniş kahramanca olmuştu.
Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında, O'nu gören ve fikirlerinden büyük heyecana kapılan Göltepeli bir vatan sever, hemen Bafra-Kolay'a dönmüştü. Vatanperver genç, o zamanlar çevrenin en çok sözü dinlenen kişisi olan Hacı Hafız Mustafa Efendi ile görüştü. O'na Mustafa Kemal'in fikirlerini tek tek anlattı. Hacı Hafız Mustafa Efendi de etkilenmişti. Derhal haber salarak, Müslüman halkının evinde toplanılmasını istedi ve 8 Haziran 1919 günü arzulanan toplantı yapıldı. Hacı Hafız Mustafa Efendi Mustafa Kemal'i Fikir, düşünce ve emirlerini onlara da nakletti. İçinde bulunulan durumun değerlendirilmesi yapıldı. Neticede mücadele grupları oluşturulması karara bağlandı. Ana komite Hacı Hafız Mustafa Bey'in başkanlığında şu isimlerden oluşmuştur:Hacı Hatip Hüseyin Efendi, Kadon Dursun Efendi, Darboğazlı Muallim Ali Efendi, Hatip 'in Hüseyin Efendi Gadon Osman, Sadık Yılma, Zühtü Bey ve İbicioğullarından Hüseyin Bey. Bugün hala hayatta olan İbicioğullarından, 1897 doğumlu Hüseyin Tekin Efendi, o günlerle ilgili şunları anlatıyor:
"Kolay'a bağlım Muruşo Tepe de bir Rum Kilisesi vardı. Orada papaz, Rumları kışkırtıyor, onlar da bize baskınlar yapıyor, saldırıyorlardı. Çok defasında mal ve can kaybına yol açıyorlardı. Bir gece de ırmağın karşı yakasındaki Düzköy'e saldırdılar. Baktık ki, bu durum böyle devam etmez. O tarihte Samsun'a çıkan fikirleri zaten hafız Mustafa Efendi başkanlığındaki gruplarda birleştik. O'nun emriyle köyümüzün etrafına istihkamlar kazdık. Kısa sürede Rumlarla kıyasıya mücadeleye girdik. Bu arada Hacı Hafız Efendi Mustafa Kemal'in yanına gidip O'nunla görüşmüş. Dönüşte elimizdeki mevcut bütün silahlarla beraber köy gençlerinin Mustafa Kemal'in ordusuna gönderdi. Tabii bende vardım. Yalnız Gitmeden önce Rumları büyük yenilgilere uğrattık, unutamayacakları dersler verdik."
Türk insanını iyi tanımayan düşmanları bir kere daha şaşırmış,O'nun silkinişi ile irkilmiş, şahlanışıyla da yeniden büyük darbeler yemeye başlamıştı. Evet, asırların devi uyanıyor, mahmurluğunu üzerinden atıyordu.Yıllardır yerli halka yapmadık işkence ve vahşet bırakmayan komitacılar arasında panik başlamıştı. Artık kendilerine anladıkları dilden cevap veriliyordu. Rüzgar ekenler, fırtına biçiyorlardı.
Neticede Bafra'daki Rum ve Ermeni eşkıyaları, çeteleri teker teker temizlendi. Kalan azınlıklar da; bilahare LOZAN'DA imzalanan antlaşma gereğince, diğer milletlerin sınırları içersindeki soydaşlarımızla mübadele edildi. Böylece Bafra, gayri-müslimlerden arınmış oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder