Göç koşulları: “Sefalet”, “Hastalık” ve “Ölüm”
Yazışmaların en çarpıcı yönü olayın insanlık dramına dönüşen görüntülerini bütün çıplaklığıyla sergilemesidir. Bu yönüyle belgeler büyük değer taşımaktadır. Gerçekten 1864’lerde yaşanan olay, tanımı olanaksız bir dramdır. Korku, umutsuzluk, açlık, sefalet, hastalık ve ölüm. İşte Çerkes göçmenleri bu altı belayı aynı anda birden yaşmışlardır. Aşağıdaki alıntılar yaşanan dramın iç karartıcı görüntülerini ortaya koymaktadır.
Çerkes göçmenlerinin bu kentte (Trabzon’da) yığılmaları ciddi bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır.... Buraya ulaşabilenlerin yüzlercesi, daha önce çektikleri sefalet ve açlığa ek olarak şu anda hastalıklarla boğuşmaktadırlar.... Hastalık gerek Çerkes göçmenler, gerek yerli halk arasında korkutucu biçimde yayılmaktadır. Tifüsten ölenlerin sayısı artmıştır. Panik büyük ve yaygındır. Herkes kenti terk etme hazırlığı içindedir. Erzak kıtlığı başlamıştır.... Elde edilen bilgilere göre aralık ayından Şubata kadar ölenlerin sayısı 3.500’ü bulmuştur. Bunlardan 3000’i Çerkes, 470’i Türk, 36’sı Yunan, 17’si ermeni 9’u Katolik ve 6’sı Avrupalıdır. (1 No.lu rapor)
Bu çaresiz insanların durumu görgü tanıklarının ifadesine göre yürekler acısıdır. Acele ile yola çıkma zorunluluğu nedeniyle teknelerin aşırı yüklenmesi sonucu sık sık facialarla karşılaşmışlar ve savaş ve açlıktan arta kalan bir miktar at ve sığırlarını bir kaç ruble karşılığında elden çıkarmak durumunda kalmışlardır. (5 No.lu rapor)
İstilacılardan kaçmak için başvurmak zorunda kaldıkları yöntemler nedeniyle verdikleri kayıplar insanlık için dehşet vericidir. (3 No.lu rapor)
Göçmen akını her gün devam ediyor. Dün Akçakale ve Sarıdere’de birikenlerin sayısı 25.000’i bulmuştur. Ölüm oranı günde 120-150 dolayındadır. Halen Samsun’a 35-40.000 arasında göçmen indirilmiştir. Hastalık tehlikeli ölçüde bu bölgeye sıçramıştır. Son 48 saat içinde Samsun’da 500 kadar Çerkes göçmeni ölmüştür. Fırıncılar korkudan fırınlarını kapatarak kenti terk etmişlerdir. Bu yüzden kent bir kaç gündür ekmeksiz kalmıştır.... Şu anda Trabzon’da bulunanlar Ubıh boyu mensuplarıdır.... Temizlik kurallarına uymamaları hastalığın bastırılmasını engellemekte ve korkutucu salgınlara neden olmaktadır. Sıkışık düzende bulundukları için hızla birbirini enfekte etmektedirler. Yerel makamlarca dağıtılan yiyecek ve giyecek istihkaklarını ve çocuklarını bir kaç kuruş karşılığı satıyorlar. Kefen bezlerini çalmak için geceleri ölülerini mezardan çıkarıyorlar e cesetleri açıkta bırakıyorlar. Son zamanlarda bazıları ölüm olaylarını, salt ölenlerin istihkaklarını almaya devam edebilmek için yerel makamlardan saklıyorlar. Nitekim geçenlerde çadırların birinde 2 gündür saklanmakta olan bir ceset bulunmuştur. (15 No.lu rapor)
Yukarıdaki alıntılar göçmenlerin içinde bulunduğu koşullar hakkında bir fikir vermektedir. Sık sık yinelediğimiz gibi bu yazışmalar 1864 yılının belli bir dönemine ilişkindir. Aslında göçün daha önce başladığı anlaşılmaktadır. Örneğin 1860’larda İstanbul'a düzensiz biçimde dökülen göçmenlerin durumunu Vak’a Nüvis Ahmet Lütfi Efendi şöyle anlatmaktadır:13
O esnada Kafkasya tarafları Ahali-yi Müslimesinden ve Çerkes ve Abaza ve Nogay taifesinden bir çok aileler fevç fevç Memalik-i Mahrusa’ya dökülmeye başladılar. Bunların bir takımı mevsim-i şitda çerkezistan sevahilinden çırlak-çıplak can atarak ve iskele kenarlarına kar yağışta dökülüp kaldılar. Bunların ahval-i müteellimelerine yürekler dayanmak kabil değildi. İskan edilecek mahallere sevk olunmalarına ise, şiddet-i şita mani olduğundan, havaların müsaadesine kadar barınmaları esbabının istihsaline devletçe fevkalade olunan himmet ve gayret pek büyük inayet idi.
Lapinski de 1864 göçünün dramatik yönünün şöyle görüntülemektedir:14
Alınmış tüm önlemlerin yetersizliği nedeniyle kısa süre içinde salgın hastalıklar ortaya çıktı ve ölüm oranı çok yüksekti. Trabzon limanına çıkmış olan 100.000 kadar kişiden on bin kadarını daha Şubat ayında ölümcül hastalıklar alıp götürdü ve aralıksız gelen binlerce insanla bu kıyılarda kalabalık iyice arttı. Doğal olarak tehlikeler büyüdü. Nisan ayında biçarelerin sayısı Trabzon'da 70.000’e, Samsun’da 30.000’den 70.000’e yükseldi. Avrupa’ya Haziran ayında gönderilen Çerkeslerin sayısı 35.000 idi. Trabzon’da 24.000 göçmenden Nisan ayında her gün ölenlerin sayısı 400’den fazla idi. Büyük kamplara yerleştirildikleri Gerede’de kayıplar günde 300 kadar, Samsun’da ise 500’den çoktu. Sefaletin en büyüğü burada idi. İtalyan hekim Dr. Barozzi’nin raporlarına göre insanlar uzun süre bitkiler, bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla yetinmek durumunda kaldılar.
Göçe Büyük Devletlerin Bakışı: Karmaşık ve Çelişkili
Yazışmalardan çıkarılabilecek bir sonuç da olayla ilgilenenlerin bakışlarına egemen olan “motif”lerin karmaşıklığıdır. Ruslar, savaş galibiyetini “kendileri için iyilik düşünmeyen” bu savaşçı boylardan toptan ve kesin biçimde kurtulmak için fırsat olarak kullanmak isterken, göç olayının sorumluluğundan sıyrılma istekleri de dikkati çekmektedir. Örneğin St. Petersburg’tan gönderilen raporda, İngiliz büyükelçisi Prens Gortchakoff’a, Türkiye’ye iltica eden Çerkes göçmenlerine çıkarılan güçlüklerden ve 300.000 göçmenin Türk maliyesine yüklediği yükle ilgili İngiliz basınında çıkan eleştirilerden söz ettiğini ve şu cevabı aldığını yazmaktadır.
“Çerkeslerin ülkelerini terk etmekte ısrar ettikleri ve Çarlık hükümetinin bundan esef duyduğunu, bu boyların dağdan indirilmelerinin şart olduğunu, bunlara ovada ikamet etmeleri için önerilerde bulunulduğunu, ancak onların bu önerileri reddettiğini... şayet Türk hükümeti bu yüzden büyük masraflara girmişse bunun karşılığında İslam dinine mensup bir nüfusu da kazandığını ve bunun da Türk ordusu için bir kazanç olduğunu” belirtmiştir. (10 No.lu rapor)
Yine 13 No.lu raporda Grand Dük Michael’in saptamalarına yer verilmektedir.
Grand Dük bu kimselerin hayvanlarına sahip olduklarını, kendilerine ekmek dağıtıldığını ve sağlık koşullarının da ileri sürüldüğü kadar kötü olmadığını doğrulamaktadır. Salgın bir hastalık söz konusu değildir. Sıkıntılar daha çok Türkiye’ye yapılan yolculuk sırasında ve Trabzon’a çıkıldıktan sonra çekilmektedir. Bu sıkıntıların nedeni göçmenlerin üzücü biçimde Trabzon’a yığılmaları, yönetim yetersizliği ve Sultan tarafından gönderilen yardımların gereği gibi uygulanamamasıdır.
14 No.lu raporda ek olarak Journal de St. Petersburg gazetesinden alınmış bir yazının özetine yer verilmekte ve resmi Rus görüşü şöyle yansıtılmaktadır:
Kafkas yüksek yetkilileri Dağlılara ya Kuban kıyılarında belirtilen noktalara yerleşmeleri veya Türkiye’ye göç etmelerini önererek bu iki seçenekten birini seçmekte tamamen serbest bırakmışlardır. Bugüne kadar Dağlılar, Kafkas yetkililerince hiç bir kontrole tabi tutulmaksızın göç etmekteydiler. Türk tekne sahipleri Dağlı göçmenlerle doğrudan pazarlık yapıp onları yalnız kontrolümüz dışında değil, aynı zamanda nüfuzumuzun dışında bulunan kıyılardan alıyorlardı. Bundan dolayı belli bir tonajdaki bir gemiyle taşınan kişilerin miktarı ve taşınma sırasında karşılaşılan muameleler Dağlılarla gemi sahipleri arasında bir sorundur.
Kuzey Kafkas boylarınca yürütülen direniş savaşlarına karşı öteden beri sempati ile bakmalarına karşın eylemli bir yardıma bir türlü yanaşmayan15 İngilizlerin, göç olayının dramatik görüntüsünden etkilendikleri ve karmaşık düşüncelerle göç olayını yönlendirmeye çalıştıkları görülmektedir. Örneğin İstanbul’dan gönderilen mektupta büyükelçi şöyle demektedir:
Bu talihsiz sürgünlere kucak açmanın bir biçimi, bunları İmparatorluğun değişik bölgelerinde çeşitli köylere, her 4 Türk ailesine bir Çerkes ailesi düşecek biçimde dağıtmaktır. Bu çözüm, kuşkusuz en ucuz olmakla birlikte her halde en kötüsüdür. Bu yol durumları esasen kötü olan Türk köylüsünün sefaletini arttırır. Fakir Çerkeslere belki az da olsa bir yaşama şansı sağlar, ama bu yenilmez savaşçıların gücünü böler, dağıtır ve yok eder. Hem Türkiye, hem de Avrupa için uygun düşecek politika şu olmalıdır. Bu yiğit sürgünleri Karadeniz’den Erzurum’a kadar uzanan topraklara yerleştirmek.... Dahası var. Şayet bu kimseler bir tür askeri koloni biçimine dönüştürülebilirse halen Türk nüfusunun tarımsal kesimi üzerinde ağır bir yük oluşturan Türk ordusu için yeni bir kaynak da yaratılmış olur. Ayrıca tam bu yerde ve zamanda Çerkes nüfusun yararlı biçimde kullanılabileceği büyük bir hedef de var. Trabzon’dan Erzurum’a yapılacak bu yolun ne kadar gerekli olduğu yüksek malûmlarınızdır.... Çerkes göçünün belirli bir bölümü bu yolun yapımı için ayrılabilir.... Böylece bir yandan Osmanlı ordularının acil kaynak ihtiyacını karşılama, öte yandan Osmanlı tarım nüfusunun yükünü hafifletme ve nihayet yalnız Osmanlılar için değil bütün dünyanın yararına olan bir inşaat projesinin gerçekleştirilmesi gibi çeşitli yararlar bir araya getirilmiş olacaktır.
Osmanlıların ise göç için hazırlıklı olmadığı anlaşılmaktadır. İngiliz diplomatlarınca hazırlanan raporlarda bu husus açıkça ortaya çıkmaktadır. Yazışmalarda dikkati çeken ifadeler Bab-ı Ali’nin durumunun vehameti konusunda uyarılmasına ilişkin ifadelerdir. Örneğin 1 No.lu raporda “Çerkes göçmenlerin bu kentte (Trabzon’da) yığılmaları ciddi bir sorun haline gelmiştir... Durumun İstanbul hükümetinin dikkatlerine ivedilikle sunulması gerekir... Trabzon valisi emin Paşa, bu bahtsız insanların durumunu hafifletmek için elinden geleni yapmaktadır, ancak elindeki olanaklar son derece sınırlıdır” denilmektedir.
7 No.lu rapora göre “Osmanlı hükümeti iltica isteklerini yerine getirmek istemektedir. Ancak... olanakları oldukça kısıtlıdır. Bugüne kadar yaptıkları 200.000 lira sarf etmekten ibaret olup bu miktar görece çok azdır”.
12 No.lu raporda “Bu yük (İskan yükü), Türkiye tarafından cömertçe, fakat acele ile kabul edilmiştir” denilmekte ve 13 No.lu raporda da “Bu sonucun doğmasında daha başlangıçtan itibaren sürekli biçimde göçü teşvik etmiş olan Türklerin katkısı büyük olmuştur. Ancak bir süre sonra bu tutumun doğurduğu sıkıntıları görünce, geç kalmış bir hareketle bu defa Rus hükümetinden göç hareketini yavaşlatmasını ve kendisinin tahrik ettiği bu akımı düzenlemesini istemek durumunda kalmıştır. Durum bu olmakla birlikte göçmenlerin hep birlikte ve yoğun biçimde sahilde toplanması hem Türkleri hem de Rusları şaşırtmıştır” denilmektedir.
Bu tespitler, göç olayına büyük devletlerin kendi çıkarları açısından baktıklarını ve özellikle İngiliz ve Osmanlıların göçü baştan önlemek istemedikleri veya önleyemediklerini, bu olayı daha sonra yönlendirmeye çalıştıklarını göstermektedir.
Göçün Kapsamı: Yaygın ve Kitlesel
Belgeler, göçün yaygın ve kitlesel olduğunu göstermektedir. 3 No.lu yazışma belgesinde “Rusların Çerkezistanda sürekli olarak ilerlemeleri ve yerli halka yaptıkları kötü muamele, Çerkeslerin ülkelerini hemen hemen bütünüyle terk etmeleri sonucunu doğurmuştur” denilmektedir. 7 No.lu belgede ise Çerkeslerin Osmanlı ülkesine büyük ölçüde ve ani olarak göçürüldüklerine işaret edildikten sonra “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden bir kaçış var şu anda. Komşu bir imparatorluğa sığınma olanakları arıyorlar. Kısacası Çerkezistan artık yoktur” denilmektedir.
12 No.lu yazışmaya ek olarak sunulan bir belgede (St. Petersburg gazetesinde yayımlanan bir yazı) kitlesel temizliğin tamamlandığı ve geride kalanların artık kendileri için –Ruslar için- bir tehlike oluşturmayacağı şöyle ifade edilmektedir.
İşte böylece karşı koyan boyların sonuncuları ve en inatçılarının da direnişi, Kafkas birliklerinin sebatkarlığı ve olağanüstü çabaları sayesinde kırılmış oldu. Askerlerimiz, bütün dağları taramadan ve buralarda oturan sonuncularını da dağlardan kovmadan Kafkas Savaşı’nın tamamen bitmiş sayılmayacağı aşikar olmakla birlikte bundan böyle hiç bir yerde inatçı direnişlerle karşılaşılmayacağı ümit edilmekte ve sayıca az oluşları nedeniyle dağların boğaz kısımlarında kalan boyların bundan böyle bizim için en ufak bir tehlike arz etmeyeceği sanılmaktadır.
13 No.lu belgede St. Petersburg’taki İngiliz Büyükelçisi göçün kitlesel niteliğini şöyle belirtmektedir.
Son iki yıldır izlenen politika şu olmuştur: Askeri birlikleri ve Kazakları ileriye doğru sürmek ve kuzeyde Kuban havzasına doğru yukarı vadilere yavaş yavaş fakat emin bir biçimde yerleştirmek ve böylece en sonunda en yüksek istihkama ulaşıncaya kadar her adımda yerli halkı yurtlarından ederek Güneyde Karadeniz’e doğru alçalan vadilere itmek ve bu bölgelerin yabanıl ve kendi başlarına buyruk halkını kitlesel olarak sahillere sürmek.
15 No.lu belgede İngiltere’nin Trabzon başkonsolosu aldığı haberi şöyle iletmektedir. “Haberlere göre Ruslar, bütün göçmenlerin Mayıs ayı sonuna kadar ülkelerini terk etmelerini istemektedir”. Bütün bu tespitler göçün yaygın ve kitlesel bir sürgün olduğunu düşündürmektedir.
Belgelerde göçürülen kişilerin sayısı hakkında çelişik bilgiler verilmektedir. Bunu bir ölçüde doğal karşılamak gerekir. Çünkü verilen bilgiler yetkililerin gözlem ve duyumlarına dayanmaktadır. Burada dikkati çeken nokta Rusların rakamları küçük göstermek için özel bir çaba içinde gözükmeleridir. Rus Savaş Bakanlığı, bu rakamın 100.000’den fazla olmadığını belirtirken, Avrupa gazeteleri bu 300.000 olarak göstermektedir. Bu sayıların yer aldığı 12 No.lu yazışma belgesinde St. Petersburg’daki İngiliz Büyükelçisi tahmin güçlüğünü şöyle ifade etmektedir.
Mart ayında yalnız Tuapse nehrinin denize ulaştığı noktada 30.000 göçmenin ayrıldığı doğrulanmış olup 50.000’inin de sahilin çeşitli yerlerinde ayrılmak üzere beklemekte olduğu belirtilmektedir. Bir çoğunun ise daha önce göç ettiğini biliyoruz. Öte yandan göç akımının sona erip ermediği de belli değildir.
Gerçek rakamın belirtilen sayının çok üzerinde olduğu söylenebilir. Çeşitli kaynaklarda bu sayının yarım milyon ile bir buçuk milyon arasında olduğu belirtilmektedir.16
Sonuç
Bir kısım İngiliz belgeleri ile sınırlı olarak yukarıda ileri sürülen düşünceler ve yapılan yorumların öteki kaynaklarla zenginleştirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede söylenebilecek şey olayın çok yönlü ve karmaşık bir niteliğe sahip olduğudur. Doğdukları toprakları, görülmemiş bir kahramanlıkla savunduktan sonra terk etmek zorunda bırakılan ve dizleri üzerinde yaşamaktansa ayakları üzerinde ölmeyi yeğleyen ve özgürlüklerini her şeyin üzerinde tuttukları için tarifi imkansız bedeller ödeyen bu yiğit insanların yaşadıkları büyük dram, değerlendirilmek üzere tarihin nesnel yargısını beklemektedir.
KAYNAKÇA:
1 Qumuqu Tığhuen’den aktaran: Kafdağı Dergisi, Sayı 43-46 (Ağustos 1990-Ocak 1991), s.14.Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti Devlet Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof.Dr.Tığhuen’nin 22 Mayıs 1990 tarihli Lenin Nur gazetesinde yayımlanan makalesi.
2 Murat Yağan (çev.), General Musa Kundokov’un Anıları (İstanbul: Kafkas Kültür Dernekleri yayını, 1978), s.3.
3 Peter Brock, “The Fall of Circassia: A Study in Private Diplomacy”, English Historical Review, Cilt 71 (Temmuz 1956), s.401.
4 Brock, s.427.
5 Brock, s.407.
6 Beykhul Toğhan, “Gerçekler Güneş Gibidir, Bulutlar Gizleyemez”, Kafdağı Dergisi, Ankara, Sayı 43-46 (Ağustos 1990-Ocak 1991), S.91.
7 Nihat Berzeg, Tehicir-es Şerakise (Çerkeslerin Sürgünü, Amman: Savt-el Nartıyyun, 1987); İzzet Aydemir, Göç: Kuzey Kafkasyalıların Göç Tarihi (Ankara: Gelişim Matbaası, 1988); Rahmi Tuna, “Çerkeslerin Kafkasya’dan Göçü”, Kafkasya Üzerine Beş Konferans (İstanbul: Kafkas Kültür Derneği Yayını, 1977); Kemal H.Karpat, “The Status of the Muslim under European Rule: The Eviction and Settlement of the Çerkes”, Journal of the Institute of Muslim Minority Affairs, Cilt 1, No.2; Marc Pinson, “Ottoman Coloniztion of the Circassians in Rumili after the crimean War”, Etudes Balkaniques, 1972, 9o.3.
8 Brock, s.425.
10 Abrec Almir, “Size Bir ay Süre Tanıyorum” (Çev. C.Hapi), Kafdağı Dergisi, Sayı 43/6, Ankara (Ağustos 1990-Ocak 1991), s.26.
11 Theophil Lapinski, “Çerkeslerin Kafkasya’dan Göçü”, (1874), Kafdağı Dergisi, Sayı 43/46 (Ağustos 1990-Ocak 1991), s.23.
12 Yağan, a.g.e. s.66
14 Lapinski, a.g.m. s.23.
15 Örneğin Osmanlı kaynaklarında İngilizlerim sembolik yardımına şöyle değinilmektedir: “…O esnada peyderpey memalik-i mahrusaya hicret etmekte olan Çerkes muhacirlerine ianeten Londra’dan üç yüz kıyye mikdarı peksimed itasına karar verildiği alem-i İslamiyet’çe memnuniyeti mucip oldu.” (M. Aktepe, a.g.k. s.123)
16 İzzet Aydemir, a.g.e. s.108-109; Meydan Larousse, 5.cilt, s.252.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder