Benim için bu ülkenin
en garip, en yalnız, en içli aşiretini uzun samsun içenler oluştururlar.
Aralarında bir kan bağı, kağıda dökülmüş bir yasa, ortak bir mekan ya da
coğrafi bir aidiyet olmasa da, onlar, bütün hayatlarının kendilerini birbirine
tutuşturduğu tuhaf bir ruh akrabalığının mensubudurlar.
Şehirde yaşayanların
pek çoğu için aşiret, uzak ve yabani bir kavramdır. O daha çok, dağların
eteklerini, ya da bir kısım kasabaları yurt tutmuş, birbirine kan bağıyla
bağlı, sıradan nedenlerle hır çıkarabilen henüz “medenileştirilememiş”
topluluklar için kullanılır. Oysa burnundan kıl aldırmayan şehirliler, pek çok
konuda olduğu gibi bu konuda da yanılırlar. Çünkü ne mutlak birey ne de mutlak
yalnızlık yoktur. İnsanlar nerede yaşarlarsa yaşasınlar bir bağlılığa ihtiyaç
duyarlar ve aralarında kader birliği yaparlar. Dağlı aşiretlerin yerine, kendi
modern aşiretlerini ikame ederek varlıklarına bir amaç, bir anlam katarlar.
Futbol takımları, lokaller, cemiyetler, dernekler vb gruplar, öteki insanlarla
hayatı paylaşmak için oluşturulmuş birer aşirettir. Ne geçmişte, ne şimdi, ne
de gelecekte aşiretsiz bir hayat olmayacak, yalnızca kan bağının yerine yeni
mitler konulacaktır...
Benim için bu ülkenin en garip, en yalnız, en
içli aşiretini uzun samsun içenler oluştururlar. Aralarında bir kan bağı,
kağıda dökülmüş bir yasa, ortak bir mekan ya da coğrafi bir aidiyet olmasa da,
onlar, bütün hayatlarının kendilerini birbirine tutuşturduğu tuhaf bir ruh
akrabalığının mensubudurlar. Her nerede yaşarlarsa yaşasınlar tavırları,
edaları, tarzları acayip bir biçimde benzerlikler gösterir. Tütünün, çubuktan,
tabakadan, Gelincikten, Harmandan savrula savrula gelip yerleştiği en güvenilir
dudak, bu sağlam delikanlılara aittir. Nikotin hiçbir yerde, onların içlerinde
olduğu kadar bayram yapmamıştır. Dumanı en iyi onlar üfürmüş, parmaklarını en
çok onlar sarartmışlardır. Cepleri az buçuk para görünce hemencecik marka
değiştiren zıpçıktıların, tiryakiliğin kanununu lekeleyen tıyneti, onlarda
zerrece yer etmemiştir. Uzun samsun içenler için hayatta karşılaşılabilecek
birkaç büyük ihanetten birisi, tiryaki yoldaşlarından birinin, içtiği sigaranın
markasını değiştirmesidir. Samsun, Kurtuluş Savaşı’ da ne kadar önemli bir yer
tutuyorsa, uzun samsun da onların hayatında neredeyse o ölçüde yer tutar. Hatta
bu sebepten, aralarında işi milli bir mesele haline getirenler bile çıkmıştır.
Ecnebi sigaralarının memleketi işgal ettiği göz önünde tutulursa, bu kıymetli
vatan evlatlarının millilik iddialarında haklılık payı bulunduğunu gözden
kaçırmamak icap eder. Yerli malı kullanmaktan asla şaşmayan bu naif ahaliyi,
yabancı sermayeye karşı verdikleri alkışlanası mücadelede yalnız bırakanlar,
onların nokta- i nazarında elbette hain olmayı bir miktar hak etmişlerdir.
Uzun samsun
tiryakilerini kalın bıyıklı, hırçın, pas paye, vurdumduymaz ve izbe insanlar
olarak görenler; sosyal tarihimizi anlayabilecek en mühim numuneleri saf dışı
bıraktıklarının farkında bile değiller. Şöyle ki; Onlar: Anneleri, atletlerinin
dikiş yerlerindeki bitleri kırdığı günden beri hep bir yerleri kaşınmış, sırf
bu kaşıntı yüzünden başlarına olmadık belalar almışlardır. Babalarına ait
hatırlayabildikleri en berrak anı, suratlarına indirilmiş kallavi bir tokattır.
Bu yüzden ömürleri boyunca yanaklarında hep bir yanma hissetmiş, ona bir gülün
dalı dokunup serinletsin diye yanıp durmuşlardır.
İlk mektepte kara
önlükleri her gün olmadık yerinden yırtılmış, evde işittikleri onca azara
rağmen, ertesi gün yırtıklarıyla sokaklarda arzı endam etmeye devam
etmişlerdir. Orta mektepte okudukları sınıfların en arka sıralarını vatan
tutmuş, olası bir işgale karşı savunmanın her çeşidine başvurmuşlardır.
Arkadaşlarının ağzı süt kokarken, aşklarını sıraların üzerine yazmayı daha bu
dönemlerde bellemiş, yine mahallelerinin namağlup çetelerinin temelini bu
dönemlerde atmışlardır.
Liseyi, sınıftan çok
kıraathanelerde, okulun arka bahçesinde ya da akla hayale gelmeyen bahanelerde
okumuş, bütün ev ödevlerini kızlar üzerine yapmış, ancak her ne hikmetse
sınıfta “çakmaktan” paçayı kurtaramamışlardır. Üç yıllık idmanı, sürekli çift
dikiş atmaları yüzünden dört, beş, bazen altı yılda tamamlayabilmişlerdir.
Üniversite sınavlarına onlar kadar özgüveni yüksek, onlar kadar eke giren
olmamış, gelin görün ki sonuçlar açıklandığında numaralarını hatırlamakta onlar
kadar güçlük çeken başka bir gençlik kabilesi de çıkmamıştır. Tarihin garip bir
cilvesi olsa gerek, aralarında yüksek mektebi kazananlar çıkmışsa da,
gittikleri şehirde hemen bir ideolojiye saplanmış, dava uğruna kaba etlerinde
morartılmadık yer bırakmamışlardır. Hemen hemen hepsi sevdikleri kızı alamamış,
bu derin yarayı tedavi etsin diye yeni aşklara saplanmış, ama yaralarını
azdırmaktan başka bir başarı da elde edememişlerdir. Nihayetinde bir şekilde
evlenmişler, karılarının asık suratına, çocuklarının ağlayışlarına bir duman
darbesiyle karşılık vermişlerdir. Hatunlarına kızıp darıldıkları olsa da, bazı
geceler tuhaf bir şekilde içlilikleri tutmuş, onların dizlerine başlarına koyup
hüngür hüngür ağlamışlardır. Bu ulaşılamaz yalnızlıklarını karıları bile
anlamamış, çoğu kere anlamak istememişlerdir. Çocukları ise, babalarının
hıçkırıklarını bütün ömürlerince hafızalarında saklamışlardır.
Yaşları ilerledikçe
çelebileşmişler, gençlere hayatın anlamı ve gelecek üzerine hikmetli sözlerle
dolu nasihatlerde bulunmayı ihmal etmemişlerdir. Fakat afacan çocuklara,
isyankar delikanlılara ve eğri yola düşenlere de bir şekilde kol kanat germiş,
itiraf etmeseler de onları kabilelerinin doğal üyeleri telakki etmiş, ezbere
bildikleri bu hayatlara karşı bıyık altından gülümseyerek kendi hikayelerine
dalmışlardır.
Olmadık bir anda
sinirlenerek tuttukları takımı ya da partiyi terk etmiş, ancak ölünceye kadar
babalarına ve annelerine saygıda kusur göstermemişlerdir.
Ve yine ölünceye
kadar, tiryakinin son sigarasının içilmeyeceği yasasını bir kereliğine bile
ihlal etmemişlerdir.
Şimdiye kadar,
hakikaten kırılgan, efendi ve alabildiğine yerli bu aşireti görmemezlikten
gelen yurtsuz sosyologlar, bundan sonra da kutsal bilimlerinin kıyısına onları
yaklaştırmayacaklar. Ama ciğeri sağlam “uzun samsun içenler aşireti”, bütün bir
hayatımızın yasını attıkları o kocaman içleriyle, içimizde yaşamaya devam
edecekler. Ne kapalı mekanlarda asılı duran sigara içilmez yazıları, ne
karılarının dırdırları, ne de nefesleriyle körebe oynayan ölüm onları
durduramayacak. “Uzun samsun içenler aşireti” nin başına gelebilecek en büyük
facia, Samsun sigara fabrikasının bir greve ya da yabancı sermayenin istilasına
kurban gitmesidir. Ki Allah’ın izniyle, bayrağımız gökte dalgalandıkça böyle bir
kazaya da kurban gitmeyeceklerdir.
/Ali Ayçil
http://www.sayhadergi.com/index.php?mod=content&act=topicshow&id=10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder