Kızılırmak Üstüne Kurulu Çetinkaya Köprüsü Bafra / SAMSUN
GENÇ ÖLÜMÜ ÜZERİNE YAKILMIŞ AĞITLARDAN HAREKETLE ANADOLU KÜLTÜRÜNDE ÖLÜM VE GENÇ ÖLÜMÜ OLGUSU
ÖZET
Doğum gibi ölüm de, hem doğal hem de toplumsal bir realitedir. Bu nedenle ölüm esnasında, ölünün defni sırasında ve ölen kişinin arkasından yapılan işlemler-etkinlikler toplumların kültüründe, özellikle de halk kültüründe oldukça önemli bir yer tutar. Ölüm konusundaki inançlar, değerler, gelenek-görenekler ve davranışlar, toplumlar arasında farklılık gösterdiği gibi, aynı toplumda da farklılıklar gösterebilmektedir. Ölüm olgusunun, diğer toplumlarda olduğu gibi, Türk halk kültüründe de ayrı bir yeri vardır.Çalışmada ağırlıklı olarak, araştırmacının Ankara-Kavaközü yöresinden derlemiş olduğu ağıtlara yer verilmiştir. Bunun yanı sıra sosyo-kültürel açıdan belli bir yeri olan ağıtlara da,s empozyum bildirisi sınırlarını zorlamadan yer verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın temel hedefi, Anadolu ağıtlarından hareketle Türk kültüründe, genç ölümü olgusunu incelemektir. Bilindiği gibi, genç ölümü olgusunun, Türk kültüründe ayrı bir yeri vardır. Çünkü, Anadolu insanı yüzyıllardan beridir zor, bir o kadar da güzel bir coğrafyayı kendine vatan edinmiş olmanın bedelini milyonlarca gencinin yaşamıyla ödemiştir ve ödemektedir de. Çalışmada araştırma yöntemi olarak halkbilimin derleme tekniklerinin yanı sıra, sosyolojik açıdan dagenel hatları ile içerik analizi tekniği (Gilbert, 1994: 287-306 & Arseven, 2001: 85-100)kullanıldı. İçerik çözümlemesi tekniği araştırmada, Kerlinger’in “araştırma yapan bir kişinin, diğer kişilerin ortaya koymuş oldukları iletişim materyallerini, belli ölçütlere göre ele alıp incelemesi” şeklindeki tanımlaması (Arseven, 2001: 86) çerçevesinde kullanıldı. Bu yönüyle çalışma yalnızca folklorik değil, aynı zamanda sosyolojik bir nitelik de taşımaktadır.
1. GİRİŞ
“Ateş düştüğü yeri yakar” der bir Türk atasözü. Gerçekten öyledir. Ölüm acısının en büyüğünü ölen kişinin en yakınındakiler duyar. Öyle demezler mi: “Her ölüm erkendir, her ölüm zamansızdır!” Ama genç ölümü ayrı bir zamansızdır, ayrı bir erkendir. Daha yaşanacak çok şey, alınacak çok murat, görülecek çok hal vardır gençler için. İşte bu yüzden genç ölümünün yüreklerde yarattığı yangın ayrı bir büyük, gönüllerde açtığı yara ayrı bir derindir. Büyük Anadolu bilgesi Yunus Emre’nin de dediği gibi:
“Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim, göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi.
”Tanyol’un da vurguladığı gibi (Bali, 1997: 1) ağıtlar ve yas merasimleri, sosyolojik anlamda, sanatın ölüm olgusunda güzel sanatlar olarak, şiir olarak ortaya çıkışıdır. Yara derin, yangın büyük olunca, izler de daha kalıcı olunca, bu sanatsal ve kültürel olgu daha da bir belirgin ve vurgulu olarak varlık gösterir. Genç yaşta, muradına eremeden, hayatına doyamadan ölenlerin, dalında solanların ardından yakılmış olan ağıtların onlarca, yüzlerce yıldan beri yok olmadan dillerde söylenegelmesinin altında da bu gerçek yatar. Bu nedenle, genç yaşta ölen kadın ya da erkekler için yakılmış ağıtların ayrı bir yeri vardır Anadolu folklorunda. Bu realiteden hareketle, çalışmaya konu olarak, genç ölümü üzerine yakılmış ağıtlar seçildi.
2. ANADOLU KÜLTÜRÜNDE AĞIT
Ağıt, Orta Asya’dan Balkanlara, Orta Doğu’dan Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar, Türk coğrafyasının hemen her yöresinde rastlanana bir halk kültürü ürünüdür. Azerbaycan’dan Kırgızistan’a, Kazakistan’dan Batı Trakya’ya, Kerkük’ten, Kıbrıs’a bütün günümüz Türk toplum ve topluluklarında bu geleneği gözlemlemek mümkündür. Türk kültür ve toplumsal tarihinde bu gelenek, yaklaşık 1600-1700 yıllık bir geçmişe sahiptir: Hunlar’dan Göktürkler’e, Uygurlar’dan Karahanlılar’a, Osmanlı’dan günümüze kadar Türk kültür tarihinin hemen her döneminde varlık göstermiştir (Bali, 1997: 19-48).
Boratav’ın da belirttiği gibi ağıt sözcüğü, Azerbaycan dilindeki “ağı” (ağla, sızla) kökünden türemiştir (Esen, 1997: 13). Ali Şir Nevai de (Bali, 1997: 15) “ağıt” kelimesini, “ağlama, mersiye, ölü için yazılan şey” olarak tanımlar. Bali’nin de vurguladığı gibi, Türk dilinin bütün lehçe ve şivelerinde, ölüm olayını konu edinen bir sözcük vardır. Önceleri “yuğ” ve “sagu” kelimeleri kullanılırken, sonradan bu sözcükler yerini “mersiye” ve “ağıt” kelimelerine bırakmıştır.
Ağıt sözcüğünün Anadolu’da kullanımı, XV-XVI yüzyılda başlamıştır (Bali, 1997: 14-6). Kuzeydoğu Karadeniz bölgesinde kullanılan “sayı yapmak veya sagı kurmak” betimlemeleri ile Doğu Anadolu’da kullanılan “lavik” ve Kerkük’te kullanılan “sızlamağ” sözcükleri genellikle aynı türden olayları tasvir etmedekullanılır (Bali, a.g.e. : 16).
Ağıtlar, belli kişilerin ölümü ya da büyük yıkımlara neden olan doğal afetler, büyük kayıplarla ve yenilgi ile sonuçlanan kanlı savaşlar gibi belirli olayların ardından yakılır. Bir ezgi ile birlikte, sonu acıklı biten olayların ardından söylenen türküler ise “bozlak” olarak adlandırılır (Bali, a.g.e. : 11-15). Türk tarihinin derinliklerinden bu güne sürüp gelen bu folklorik geleneğin sürdürülmesinde, ençok kadınların emeği geçmiştir. Çünkü, bu folklorik ürünün yaratıcısı olduğu kadar, sürdürücüsü de çoğunlukla kadınlardır. Genelde ölünün ardından, özelde ise genç ölümü üzerine yakılan ağıtlar, ya ölünün başında ya da ölünün ardından ölü evinde, genç yaşta ölen şahsın annesi, karısı, yakın akrabası veya dostları tarafından söylenir. Kimi zaman da, o yörede, ağıt yakmayı kendisine görev edinmiş “ağıtçı kadın” bu görevi üstlenir. “Ağıt çağırma” ya dayas tutma törenlerinin süreleri yörelere göre bazı farklılıklar gösterebilmektedir. Bu törenler kimi yörelerde birkaç saat sürerken, bazı yörelerde bir yada birkaç gün sürebilmektedir(Boratav, Esen, 1997: 17).
Ağıtlar genellikle ölen kişinin fiziki ve kişilik bakımından övülecek yönlerini, güzelliklerini, maddi ve maddi olmayan zenginliklerini konu edinir. Ağıta konu olan kişi erkek ise ağıtta konu olarak yiğitlik, cesurluk, kabadayılık, yüreklilik, boy-pos gibi temalar ağır basar. Kadına yakılan ağıtlar da ise güzellik, iyi huyluluk, cömertlik, çalışkanlık, beceriklilik, …vb gibi konular işlenir. İster kadın ister erkek olsun, genç yaşlarda ölen kişiler için yakılan ağıtlarda ise, “hayata doyamamışlık, murada erememişlik, iyi günler görememişlik, anasız-babasız kalmış çocukların perişanlığı, karısız-kocasız kalmış kişilerin mutsuzluğu …” gibi konular ağırlıklı yer tutar.
3. HASAN’IN AĞIDI
Ağıt’ın konu edildiği Hasan, Ankara’nın Kavaközü Köyü’nde yaşamış bir şahıstır. Ağıtın ilk mısrasından da anlaşılacağı gibi, ağıtın yakıldığı Kavaközü Köyü’nün eski adı Cimder’dir ve önceden Ankara’nın Beypazarı İlçesi’ne bağlı bir köydür. Çalışmada yer alan ilk üç ağıt bizzat araştırmacı tarafından, Kavaközü yöresinden derlenmiştir. Bu nedenle, yörenin genel durumuna ilişkin öz bazı bilgiler vermek yerinde olacaktır: Eski adıyla Cimder, yeni adıyla Kavaközü Köyü, İç Anadolu Bölgesinin kuzeyinde, Ankara’nın kuzeybatısında, İç Anadolu bölgesi ile Karadeniz bölgesinin kesiştiği sınıra yakın bir bölgede yer alır. İdari bakımdan Ankara iline ve Güdül ilçesine bağlı bulunan Kavaközü, başkente yaklaşık 100 km uzaklıktadır. Güdül ilçesine 12 km , Beypazarı’na 30 km , Uruş kasabasına ise 6 km mesafededir. Doğusunda Kayı, kuzeyinde Tahtacı Örencik, Kuzeybatısında Sağır (Kırkkavak) köyleri, güneybatısında Uruş kasabası, güneydoğusunda ise Güdül ilçesi yer alır. Bulgular, yörenin iskan tarihinin Romalılar’a, Frigyalılar’a, Hititlere hatta belki de daha eskilere kadar indirgenebileceğine işaret etmektedir. Bununla birlikte köyün ilk kuruluş tarihine ilişkin henüz elde belge bulunmamaktadır. Kaynak şahıslarla yapılan görüşmelerden ve söylencelerden, yörenin Türkler tarafından iskana açılışının Osmanlı’dan daha önce, Orta Asya’dan Anadolu’ya yaşanan ilk göç dalgaları sırasında gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Hattas öylencelerde, Osmanlı Beyliği’ni sonra da Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran Oğuz Boyunun,Söğüt-Domaniç yöresine yerleşmeden önce buradan geçtiği ve yöre halkının da bu boydan, göç esnasında burada yerleşik düzen kurmaya karar verip kalan bir kol olduğu rivayet edilmektedir.Arslan’ın 1980’li yılların sonlarından bu güne yörenin folklorik yapısına ilişkin sürdürmekte olduğu araştırma ve derlemelerde ortaya koyduğu bulgular da, bu söylenceleri doğrular niteliktedir (Arslan, 1992; Arslan, 2003; Arslan, 2004).
Özellikle son 15-20 yıl içinde, yörenin demografik yapısında önemli değişmeler yaşanmıştır. Kavaközü, nüfusu önceleri altı yüzü aşkınken, 1990 başlarında beş yüzlere kadar gerilemiş, günümüzde ise yarı yarıya azalıp 300’lere kadar düşmüştür. Bununla birlikte, halen Güdülilçesinin büyük köylerinden bir tanesi konumundadır. Köy nüfusunda, 20 yılda yüzde 50’yevaran bu hızlı azalmanın altında yatan nedenlerin başında, Türk toplumunun kanayan bir yarası olan köyden kente göç olgusu yatar. Bunun yanı sıra, çeşitli nedenlere bağlı olarak eskiden oldukça yaygın olan çok çocuk sahibi olma eğilimin ve buna bağlı olarak da doğurganlık oranının azalması da, bu düşüşte rol oynayan bir başka önemli etkendir. Aşağıdaki ağıtın kahramanı Hasan evli ve iki erkek çocuk babasıdır. Babası daha önce ölmüştür ve dul anası da onlarla birlikte yaşamaktadır. Çalışmak için Ankara’ya gider ve orada da başka bir kadın ile nikâhsız olarak birlikte yaşamaya başlar. Aradan bir süre geçtikten sonra, Hasan’ın trenin altında öldüğü haberi ve ardından da parçalanmış cesedi köye gelir. Kaynak şahsın belirttiğine göre Hasan’ın trenin altında kaza ile mi kaldığı, yoksa öldürülüp trenin altına mı atıldığı meçhuldür. Ağıt, bu olayın ardından Hasan için yakılmıştır. Derleme araştırmacı tarafından, Ankara’nın Güdül ilçesine bağlı Kavaközü (Cimder) Köyü’nde, Ayşe Coşkun isimli kaynak şahıstan yapılmıştır (Arslan, 1991).
*** Angara vilayetim de, gazam BeypazarGurbete gittim de, gördüm ben zarar Cimder Köyü bana mı ettin intizar Anama söyleyin anam ağlasın Anamdan gerisi yalan ağlasın. Angara’nın içi de yüksek galdurum Tiren aldın da bacağımı, baldurum Anam görmeden de ölüm galdurun. Anama söyleyin anam ağlasın Anamdan başkası yalan ağlasın. Yetim godun iki körpe yavrumu Anama söyleyin savsın ninnimi Kim alusa alsın, çift çift yarimiAnama söyleyin anam ağlasın Anamdan gayrısı yalan ağlasın. Bileydim kesmezdim tiren yolunu Tiren gaptın ganadımı golumu Yetim godun çift çift benim oğlumu Anama söyleyin anam ağlasın Anamdan başkası yalan ağlasın. Nadire yarim de gamyonumu eğlesin Satı yarim de cansuz hayalimle gönül eğlesin Anamın gızları var, beni ni’ylesin Anama söyleyin anam ağlasın Anamdan başkası yalan ağlasın. Tirene bindim de tiren gıcılar Tiren döndükçe de yaralarım sızılar Allah’a emanet ediyom çift çift guzular Anama söyleyin anam ağlasın Anamdan gayrısı yalan ağlasın. Telgraf da çektim çıkmadı haber Öldün mü oğlum da yoktur bir haber Telgraf da çektim Yılgın Özü’ne Senin öleceğin de oğlum düştü özüme.
4. CANGARAM AĞITI
Cangaram ağıtı da araştırmacı tarafından, Ankara-Kavaközü yöresinden, Ayşe Coşkun isimlikaynak şahıstan derlenmiştir. Kaynak şahıs, söz konusu ağıtı annesinden dinlediğini ve ağıtakonu olan olayın ayrıntısını bilmediğini vurgulamıştır. Kaynak şahısın anlattıkların dananlaşıldığına göre Cangara, yörede yaşamış bir efe (ya da eşkıya reisi)’dir. Zenginlerden aldıklarını fakirlere dağıtmakla ünlenmiştir. Cangara, Anadolu’nun dört bir yanında rastlanan bu türden efsanemsi hikâyelerin kahramanlarında olduğu gibi, herkesin korktuğu, hiç kimsen O’nu öldürmeye güç yetiremediği bir figürdür. Fakat en sonunda, en yakın arkadaşı-dostunun O’nu ihbar etmesi sonucu öldürülmüştür.
*** Al yatakta bastılar, Anam, basmayınan kestiler. Cangara’nın ölüsünü oy anam Darağacına astılar. Gabak dikdim gol attı, Anam yılan yere yan yattı,O benim kendi dostum oy anam Beni de çengele astı.Gövengin yollarında, Kelepçe gollarında, Anam da beni sorarsan Beypazarı adliyesi önlerinde. Gara goyun yoğurdu, Ana da hangı doğurdu Cangara’yı doğuran o anam Balınan mı yoğurdu Yımırtanın sarısı, Yere düştü yarısı, Cangara’ya yanıvermiş oy anam Gaymakamın garısı. Merdivenim gırk ayak, Gırkına vurdum dayak, Gaymakam bey gelürken oy anamYarışdım yalunayak. Al çuhanın hasına, Gan dolagelmiş fesine, O gız da yanmış kül olmuş oy anam Cangara’nın sesine.Gara goyun guzular,Yüreklerim sızılar, Beni de gıyan nacak da oy anam Okunu da Cangara isimli yazılar.
6. ATİNA YÜZÜK KAŞI
Aşağıdaki ağıt da yine araştırmacı tarafından, bu konuda yörenin tanınmış folklorik simalarından olan, Ayşe Coşkun isimli kaynak şahıstan, Ankara-Kavaközü yöresinden derlenmiştir. Bu türkü de, diğer bir çok ağıtta olduğu gibi Türk toplumuna mal olmuş ve Anadolu’nun bir çok yöresinde yaygın olarak söylenegelen bir ağıttır. Yörenin folklorik zenginlikleri konusunda önemli bilgiler vereceği düşünüldüğü için, bu ağıt da, yöre de söyleniş şekline uygun olarak kaleme alınmıştır.
*** Atina’nın ayranı, Bugün Gurban Bayramı,Üç yavrumu sorarsan, bağlar gazeli, Balıkların gurbanı, dünya da güzeli. Bağa girdim üzüme, Çıbık çarpdı gözüme, Mahşere gadar yanarım bağlar gazeli, Düşemedim dengime, Dikmen güzeli. Yeşil yeşil yapraklar, Gara gara topraklar,Doyamadım yavruma, bağlar gazeli, Doysun gara topraklar, dünya da güzeli. Gidin bulutlar gidin, Gırala selam edin, Gral uykudaysa bağlar gazeli Uykuyu haram edin, dünya güzeli Bağa girdim üzüm yok, Heç bir şeyde gözüm yok,Yar darılmış gidiyo, bağlar gazeli, Geldim emme gücüm yok, dünya da güzeli. Badılcanı doğradım, Doğradım da gomadım, Gıraldan oldu üç çocuk, bağlar gazeli, Adını goyamadım, dünya da güzeli. Gidin bulutlar gidin, Yonan’a selam edin, Yonan yavruların sorarsa, bağlar gazeli, Denizi tarif edin, dünya da güzeli. Atina yüzük gaşı, Yandı ciğerim başı, Üç yavruma guma gelince, bağlar gazeli, Durmaz gözümün yaşı, dünya da güzeli. Al beni beni, sar beni beni, hallar geliyor, Ah dedükce ciğerimden ganna da geliyor.
7. KIZILIRMAK TÜRKÜSÜ
Kızılırmak Türküsü de, Anadolu’nun dört bir yanında bilinen ve söylenen, Türk kültürüne malolmuş çok önemli bir folklor ürünüdür. Kızılırmak’ın geçtiği-geçmediği her yerde, genç-yaşlı, kadın-erkek, eğitimli-eğitimsiz hemen herkes tarafından bilinir ve söylenir. Bu çalışmada, böylesi önemli bir kültürel varlığın iki farklı derlemesine yer verilecek: Birinci derleme Bali’nin(1997: 152) çalışmasından alınmıştır. İkinci derleme ise araştırmacının (Arslan, 1991: 34-6), Ankara-Kavaközü yöresine ilişkin derleme çalışmasından alınmıştır. Aynı ürünün iki farklı formunun bir arada verilmesi, folklor ürünlerinin yöresel evrimleşmesini ortaya koyması bakımından olduğu kadar, derleme yapılan yörelerin sosyo-kültürel özellikleri hakkında verdiği ipuçları bakımından da önem taşır. Kavaközü yöresinin Kızılırmak Türküsü de, öteki ağıtlar gibi, yarı okur-yazar ve 70 yaşlarında olan Ayşe Coşkun isimli kaynak şahıstan derlenmiştir. Kızılırmak Türküsü’nün öyküsü aslında Sivas’ta yaşanmıştır. Kendileri de Sivaslı olan Profesör Dr. Yener Okatan ve kardeşi Ahmet Sadi Okatan’dan edinilen bilgilere göre, türküye konu olan olayın yaşandığı yer, Sivas’ın yaklaşık 6 km uzağında, Sivas-Ankara karayolu güzergâhındaki ,Kayseri sapağındaki köprüdür. Bu köprü, ağıta konu olan hazin olayın ardından, Sultan Aziz döneminde, Eskicioğlu Abdurrahman Usta tarafından yeniden inşa edilmiştir. Eskicioğlu Abdurrahman Usta, Prof. Dr. Yener Okatan’ın da anne tarafından büyük dedesidir. Hatta köprü inşaatında kullanılan taşlar da, köprüye birkaç km uzaklıktaki “Şahna Kümbeti’nden”getirilmiştir.
Yine Prof. Dr. Yener Okatan’ın verdiği bilgiye göre, köprüye ilişkin sözü edilen bilgiler, şu an yerinde bulunmayan, köprü kitabesinde yer almaktadır. Söylenceye göre köprü kitabesi, “bu türden yapıların kitabesinin altıda, yeniden yapım-tamir masrafları için gerekli olan altın saklı olur” gerekçesi ile, köprünün onarımı sırasında, bir astsubay tarafından çıkartılmıştır, Köprü kitabesinin akıbetine ilişkin bilgiler bu söylenceden öte gitmemekle birlikte, köprünün kitabeli halinin fotoğrafı, Ahmet Sadi Okatan’da bulunmaktadır. Ayrıca, Prof. Dr. Yener Okatan’a göre ağıtın ilgili bölümü, Sivas yöresinde: “Kızılırmak parça parça olasın, Her parçanı bir diyara salasın, Sen de benim gibi yarsız kalasın.Kızılırmak nettin allı gelini Gelini gelini pullu gelini” şeklinde söylenmektedir.
Kızılırmak ağıtı ve ağıtın öyküsü ile ilgili ayrıntıları, Arslan tarafından gerçekleştirilecek olan “Herkesin Türküsü-Kızılırmak” isimli çalışmaya bırakarak, ağıt metnine geri dönmek yerinde olacaktır: “Silah getir şu kartalı vuralım Dalgıç getir şu gelini bulalım Gelinsiz köylere nasıl varalım Kızılırmak yedin allı gelini Gelini gelini suna boylumu Kızılırmak parça parça olaydın Her parçanı bir diyara salaydın Sen de benim gibi yarsız kalaydın Kızılırmak yedin allı gelini Gelini gelini suna boylumu Köprüye varınca köprü yıkıldı Üç yüz atlı birden suya döküldü Nice yiğitlerin boynu büküldü Kızılırmak yedin allı gelini Gelini gelini suna boylumu (Bali, 1997: 152, İlhan BAŞGÖZ arşivinden)”
*** “Gızılırmak parça parça olaydın Her bir parçan her bir yerde kalaydın. Allı gelini de balıklar alaydın Güyeye de gara haber varaydın Netdin(g) Gızılırmak allı gelini Yanağı üç garış Meyram gelini Balıklar mı yidi datlı da dilini Analı, babalı bindürdük ataKöprüye varınca oldu da bi hata Köprüye varınca köprü yıkıldı Üç yüz atlı birden suya döküldü Nice yiğitlerin boynu büküldü Netdin(g) Gızılırmak allı da gelini Yanağı üç garış pullu da gelini Balıklar mı yidi datlı da dilini Tüfek getün(g) şu gartalı vuralım Dalgıç getün(g) ben gelini bulayım Biz gelinsüz nasıl köye varalım Netdin(g) Gızılırmak allı da gelini Yanağı üç garış Meyram geliniBalıklar mı yidi datlı da dilini (Arslan’ın 1991 ve 2003 yıllarında yaptığı derleme çalışmalarında, Ankara-Kavaközü Köyüyöresinde Ayşe COŞKUN isimli kaynak şahıstan derlenmiştir.)”
8. CELALOĞLAN AĞITI
Celaloğlan ağıtı, Sivas’ta, çimento fabrikasında çalışırken, genç yaşta ölen Celal’in ardından yakılmıştır. Bu ağıt da, Anadolu’nun birçok yöresinde, farklı biçimlerde söylenegelmekte ve Türk kültürüne mal olmuş bir ağıttır. Aşağıdaki metin Prof. Dr. Muhan Bali (1997)’den alınmıştır. “Aşağıdan guş geliyor Sesi bana hoş geliyo Celal’ı götüren taksi Geri dönmüş boş geliyo Celal oy oy eşim oy oy Kesilece başım oy oy Evlerinin önü yonca Yonca çıkmış dam boyunca Bu yoncayı kim biçecek Celal oğlan gelmeyince Celal oy oy eşim oy oy Kesilece başım oy oy Aşağıdan gelir deve Gevişini geve geve Sanki ben de gelin oldum Celal gilin böyük eve Celal oy oy eşim oy oy Kesilece başım oy oy Celal odada yatıyo Yorganını yel atıyo Ne yatıyon garip Celal Nişanlını el alıyo Celal oy oy eşim oy oy Kesilece başım oy oy Evlerinin uru arpaAtlar gelir gırpa gırpa Celal oğlan can veriyo Gollarını çırpa çırpa Celal oy oy eşim oy oy Kesilece başım oy oy Sekiz geyim çorap ördüm Sekiz gaynım geysin deyi Sandık açdım poşu seçtim Celal gavu olsun deyi Celal oy oy eşim oy oy Kesilece başım oy oy (Bali, 1997: 178-9)”
Celaloğlan Ağıtı’nın, Erzincan yöresinden yapılmış bir derlemesi de şöyledir (Bali, 1997: 115-6): “Dokuz geyim çorap ördüm Dokuz gaynım giysin diye El bağladım divan durdum Celal oğlan görsün diye Ayvalıkdan çıktım yayan Dayan dizlerim dayan Kız geldim kız gidiyorum Uyan Celal oğlan uyan Evlerinin önü yonca Yonca çıkmış diz boyunca Bu yoncayı kim biçecek Celal oğlan olmayınca Evlerinin önü arpa Arpa değil soğan imiş Celal gilde bir düğün var Düğün değil şivan imiş Bel bağımı çözeceğim Yoncalıkta gezeceğim İzin verir kayınlarım Ben gelinliğimi bozacağım Arı gelir peteğine Koyun gelir yatağına Celal oğlan çadır kurmuş Şu dağın eteğine Üç atım var biri binek Mezarlıkta inek
Celal oğlan ölmüş derler Odasına yasa gidek Kazan kurdum kapısına Meyil verdim yapısına Celal oğlan ölmüş derler Kilit vurdum kapısına Elma attım yuvarlandı Değdi yastık ılgalandı Sandım Celal Uyandı Uyan Celal sabah oldu İnanmazsan yıldıza bak.”
9. SARIKAMIŞ TÜRKÜSÜ
Her ağıtın toplumsal ve kültürel açıdan belli bir yeri ve önemi vardır. Bazı ağıtlar ise tarihsel ve sosyo-kültürel açıdan farklı bir anlam taşırlar. Aşağıda yer verilen “Sarıkamış Türküsü” de böylesi ağıtlardandır. Söz konusu ağıt, yalnızca yöresel bir olaya tarihsel olarak tanıklık etmenin ötesinde, ulusal tarihimiz açısından da büyük önem taşıyan tarihsel ve toplumsal olaylara değinmektedir. Bu ağıt, onlarca yıldır tarihi ve toplumsal gerçekler çarpıtılarak ulusumuzun, uluslar arası arenada temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önüne sürülen “Ermeni olayları” ilgili olarak da, özgün bir tarihsel belge değeri taşır. Örneğin, “Serçe gibi Ermeniler/Her biri şahbazadöndü” dizeleri Türkler ve Ermeniler yörede (Erzurum ve havalisinde), uzun yıllardan beridir kardeşçe, barış içinde bir arada yaşarken, Rusların saldırılarından güç alan Ermenilerin Türklere karşı nasıl birer savaşçı kesilip, kinle saldırdıklarını vurgulu bir şekilde ortaya koyar:“Sarıkamış’da var maşin Urus yığılmş ağır koşun Bizim asker açık çıplak Dağlarda buyudı kışın Sarıkamış alkan oldu Zalim Urus murad aldı Kimsesiz dul kız gelinler Kara giyip saçın yoldu Sarıkamış saza döndü Dağlar gülzara döndü Serçe canlı Ermeniler Her biri şahbaza döndü Sarıkamış içi meşe Urus yaktı hep ateşe Bizi koydun eli bağlı Nerye gittin Enver Paşa Enver paşa hücum dedi Yarıldı Moskofun ödü Zalim Allah-ekber dağı Nice aslan yiğit yedi Bardız deresi kan çağlar Analar ciğerin dağlar Çil horoz dağı dalında Nice duvaklılar ağlar Soğanlıda soğan olur Kar tipisi boğan olur Urusu bozgun görenler Anasından doğan olur Çadırlar dağa kuruldu Hücum borusu vuruldu Bir Sarıkamış uğruna Doksan bin fidan kırıldı Soğanlı’nın göktaşları Kızarır al haşhaşları Soğanlı’da kırıldı hep Erzurum’un dadaşları (Bali, 1997: 121-2, Tibet’in Erzurum Ağıtları’ndan alınmıştır.)”
10. GELİNİN AĞIDI
Bu ağıt Yaşar Kemal’den (Kabacalı, 2004: 166-7) alınmıştır. Kabacalı (a.g.e.: 166)’nın belirttiğine göre ağıt, Andırınlı bir gençle evlendirildikten dokuz ay sonra, çocuğunu doğururken ölen, Kayserili bir genç kadının ardından yakılmıştır. Ağıtın ilk dörtlüğü, ölüm esnasında genç kadının kendi tarafından yakılmış, öteki dörtlükler ise kaynanası ve annesi tarafından söylenmiştir: “Kendisi Ana kızın çok mu idi Bir kız sana yük mü idi. Yıkılası Kayseri’de Bir menendim yok mu idi. Kaynanası Çıktım çınarın bendine Çağırdım kendi kendime Doğan ayın on beşine Anan gelir demedim mi Anası Esat gel yanıma otur Memmet kazma kürek getir Gariptir ak Medine’m Mezarın ucundan yatır Mezarının üstünü açtım Göğsünün düğmesin’ çözdüm Yavrum benden vaz mı geçtin Amanın kuzum amanın Bezirgan değil mi göçen Tüccar değil mi bohça açan Analık değilim geçem Ananım kızım ananım Deveye vururlar tuzu Yüreğime düştü sızı Benden size vasiyet Gurbet ele vermen kızı Böyle olduğun’ bilemedim Bir düşceğiz göremedim Baban olsa salar idim Kardeşini salamadım Evimizin önü arpa Arpaya yayılır görpe Baban olsa gelir idi Kırat başın çarpa çarpa Karlı dağlar karlı dağlar Kar erir suyu çağlar Garib imiş ak Medine’m Basmac’oğlun durmaz. Şu tepede bir harmancık savrulur Küreği yok yabası yok yeli yok Garib imiş ak Medine’m Emmisi yok dayısı yok eli yok.”
KAYNAKÇA
ARSEVEN, A. (2001), Alan Araştırma Yöntemi, Ankara: Gündüz Yayıncılık.
ARSLAN, D. A. (2004), “Bir Ankara Köyü Araştırması: Köy Sosyolojisi’nin Bakış Açısından Ankara Kavaközü Köyü”, Uluslar arası İnsan Bilimleri Dergisi,19.07.2004, http://insanbilimleri.com. ARSLAN, D. A. (2003), “Bir Köy Sosyolojisi Çalışması: Kavaközü Köyü’nün Sosyo-Ekonomik Yapısı ve Sorunları”, Sosyal Bilimler Dergisi (Osmangazi Üniversitesi), Cilt: 4,Sayı: 1, ss. 1-26.
ARSLAN, D. A. (1992), Kalkınma Dönemecinde Kavaközü, Konya: Selçuk Üniversitesi(Lisans Tezi).
ARSLAN, D. A. (1991), “Kavaközü Köyü: Halk Bilimi Derleme Çalışması”, Konya: Selçuk Üniversitesi. BALİ, M. (1997), Ağıtlar, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
ESEN, A. Ş. (1997), Anadolu Ağıtları, İstanbul: İletişim Yayınları.
GİLBERT, N. (1994), Researching Social Life, London: Sage.
KABACALI, A. (1997), Gül Yaprağın Döktü Bugün, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları.
KEMAL, Y. (Haz. A. KABACALI) (2004), Sarı Defterdekiler, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
KAYNAK ŞAHISLAR:
1. Kaynak Şahıs: Adı-Soyadı: Ayşe COŞKUN Yaşı: 71 Doğum Yeri: Kavaközü Köyü-Ankara Öğrenim Durumu: İlkokul 3. sınıftan terk Mesleği: Çiftçi, bakkal.
2. Kaynak Şahıs: Adı-Soyadı: Prof. Dr. Yener OKATANYaşı: 66 Doğum Yeri: Sivas Öğrenim Durumu: Üniversite (Doktora)Mesleği: Öğretim Üyesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder