2 Ocak 2007 Salı

‘Koyundeşen’ Sabri



Kendini bilim adamı zanneden hademe, köpeklerden sonra koyunları da ameliyat etmeye başladı. Sabri Düz, ‘kalpte kısmi oksijen patlaması teorisi’ üzerinde çalışıyor!


/ŞENOL ÇAKIR
Samsun’un Bafra ilçesinde, kendini bilim adamı zannederek, ‘köpekleri ameliyat ettiği’ için okuldaki hademelik görevinden ‘zorunlu emekli edilen’ Sabri Düz, bu kez koyunlara kalp ameliyatı yapmaya başladı! Ortaokul mezunu olan Düz, kendine "Şarlatan" diyenlere de şu cevabı verdi: "Ne yapalım, bilim adamlarının kaderi bu. Yarın, çalıştığım bilim sayesinde yaşamlarını sürdürdüklerinde bana hak verecekler."
    
Neşter = Meyve bıçağı
50 yaşındaki Düz, ‘çalışmalarıyla’ ilk olarak 1.5 yıl önce gündeme gelmişti. ‘Kalbin, kasılma yerine, kısmi oksijen patlamasıyla çalıştığını’ kanıtlamak için köpekler üzerinde ameliyat yapan iki çocuk babası Düz, ameliyathaneye dönüştürdüğü evinin bahçesinde köpeklere ‘ameliyat elbisesi’ giydiriyor; hayvanları uyuşturduktan sonra da meyve bıçağıyla kesip kalp üzerinde deneyler yapıyordu.

3 milyon lira ceza almıştı!
Düz, hayvanseverlerin tepkisine neden olunca hakkında soruşturma açıldı. Savcılık Düz’e 3 milyon lira para cezası verdi. Hademelik yaptığı Fatih İlköğretim Okulu’ndan da zorunlu emekli edilen Düz, kalp deneylerini koyunlar üzerinde yapmaya başladı.
    
Kalp nakli yapıyor
Tepki görmemek için çalışmalarını gizli sürdürdüğünü ve video kameraya kaydettiğini belirten Düz, şu iddiada bulundu: "Deneylerle ölmüş kalbi çalıştırmayı başardım. Koyunun ölü kalbine, canlı olan başka bir koyunun aort damarından kan pompaladım. Böylece ölü kalp çalıştı. Kalbin çalışmasının, kısmı oksijen patlamasıyla gerçekleştiğini ispat ettim."


‘Bilim adına yoklukta çalışıyorum’
‘Bilim adına büyük zorluk ve yokluklar içinde çalıştığını’ ifade eden Sabri Düz, şöyle konuşuyor: "Ehliyet, diploma, ruhsat yok. Haliyle bütün zorluklarla başetmem gerek. Daha önce de, ameliyat ettiğim köpeği hayvanseverler alıp İstanbul’a götürdü. Veteriner, yaptığı kontrolde köpekte psikolojik bozukluk tespit etmiş. Ben o köpekten, ameliyatla atardamarından oksijenli kan almıştım. Hepsi o kadar." http://www.milliyet.com.tr/2001/12/04/yasam/yas01.html


Dünyanın Uzaydaki Rotası
Sabri Düz tarafından yazılmış kitap. Kapak resminde Tycho Brahe, Nicolaus Copernicus, Johannes Kepler ve Sabri Düz yer alır. Her okuyuşumda beni daha bir derinlere gömen kitap. Giriş cümlesi aynen şöyledir: "insan bilimin profösyöneli olunca, meğer insanlık bilimin başındaymış olduğunu söylüyor."

Ünlü bilim adamlarının yanında Sabri Düz'ün görüşlerinin yer aldığı kitap. En çarpıcı bölümlerden biriyse "sabri düz sabiti adı" verilen sayıdır. pi sayısı ya da teta gibi kendine has özel bir işareti vardır bu sabri düz sabitinin. ne olduğu ne işe yaradığıysa anlaşılamamıştır.

Dünyanın yörüngesinin bilimadamlarınca yanlış hesaplandığı" iddiasıyla ilk kez Hakan Aygün'ün sunduğu bir gece programına konuk olmuştu. O dönem gece haberleri sadece tuhaf insanları konuk ediyordu ve Sabri Düz de o akşam için biçilmiş kaftandı. Çeşitli pet şişeler, plastik toplar ve muhtemelen çalıştığı okula ait bir temizlik kovasından oluşan "güneş sistemi maketi"yle Sabri Düz teorisini anlattı (toplardan birinin üstünde de 3-b yazıyordu sanki. Ters duran bir pet şişeye boyamsı bir şey koyuyor ve pet şişeyi dünyayla birlikte güneşin çevresinde döndürüyordu. Ancak maket hiçbir oran/ölçü gözetilmeksizin yapıldığı için dünyanın rotası bildiğimizden farklı çıkıyordu. İşte Sabri Düz'ün teorisi tamı tamına buydu. Mekanda bulunan Tübitak yetkilisi Allah’tan iyi bir insandı da "okumak iyi bir şeydir, insanın azmetmesi güzeldir" cümleleriyle bu teoriyi geçiştirdi.





_____________________________________________________________________________________________



Şair ve Hayvansever: Ahmet Haşim


Samsun’da köpekleri kesip biçerek kalplerini inceleyen kaçık ilkokul hademesiyle ilgili haberleri okurken Ahmet Haşim’in “Kediler mezbahasında” başlıklı yazısını hatırladım.


Boğaziçi sırtlarında kurulmuş bir yabancı kız okulunda şahit oldukları karşısında duyduğu üzüntü ve tepkiyi anlatan yufka yürekli şair, gencecik kızların laboratuvarda deney yapmak için kedileri, köpekleri, tavşanları vb. canlı canlı kesip biçtiklerini görüp bu işi zerre kadar acı duymadan, çok tabii bir işmiş gibi yaptıklarını öğrenince hayret ve dehşet içinde kalmıştır. Vivisection’un, yani canlı hayvan üzerinde teşrihin feci bir şey olduğunu, üstelik bu türden deneyler aleyhinde ilim ve fen adamları tarafından yazılmış ciltler dolusu yazı bulunduğunu belirttikten sonra, bunun bir cellat oyunu olduğunu söyleyen Haşim, “Kestiğiniz hayvanların kanları karşısında kalbiniz hiç acı duymuyor mu?” diye sorar.

Ahmet Haşim “Hayvanlara işkence” başlıklı yazısında da Yüksekkaldırım’da küçük bir tekne ve kirli bir su içinde halka parayla gösterilen fok balığının sahiplerine karşı dâvâ açan Himâye—i Hayvanat Cemiyeti’ni alkışlamıştır. Hiçbir zaman etyemezlik iddiası taşımamış olmakla beraber, yazılarından yola çıkarak hüküm vermek gerekirse etle beslenme konusunda tereddütleri ve endişeleri vardır; “Hayvan intikamı” başlıklı yazısında anlattığına göre, birgün tabiiyatçı bir dostuna şöyle bir soru sorar: “Her gün binlercesi katledilen masum hayvanların intikamını kim alacak?” Dostu, kesip kesip mideye indirdiğimiz o masumların intikamlarını bizzat aldıklarını ve bizi yavaş yavaş öldürdüklerini söyler. Aslında hastalıklarımızın birçoğu onların intikamıdır; hatta hayvan eti yiyen insanlara zamanla onların budalalığı, tembelliği, hunharlığı, saldırganlığı vb. bulaşır. “Doğuşta iyi olan insanı gâh katil, gâh hırsız, gâh serseri yapan, hayvan etinin mide yolile müthiş intikamıdır”.

Göl Saatleri’ni ve Piyâle’sini okurken kendimizi bir kuş cennetinde hissettiğimiz Haşim, edebiyat tarihimizin belki de tek ciddî hayvanseveridir. İlgisi ve şefkati haşerâta kadar uzanır. Mesela “Müthiş bir böcek” başlıklı yazısında, tahtakurusunun akıl almaz cesaretinden övgüyle söz etmiştir. Bir gece uykusunun derin bir yerinde keskin bir ısırışla fırlayıp elektrik düğmesini çevirince görür ki, doymuş bir tahtakurusu aptal aptal kaçmaya çalışıyor. Küçük haşereye dokunmaz, “çetin talii ve müthiş cesareti hakkında hayretle düşünceye” dalar. Bu cesur ve o ölçüde savunmasız haşereyi öldürmemesi, muhtemelen diğer canlılar hakkında savunduğu düşüncelerle ilgilidir. Ama bazan haşereler onun da sabrını taşıracak muzırlıklar etmekten geri durmazlar. Frankfurt’a giderken, kompartımanda uçuşan on on beş sinekten biri, öğle yemeğinden sonra biraz kestirmek için uzanan Haşim’i gözüne kestirir ve etine yapışır. Sineğin kendiliğinden defolacağını umarak sabırla beklemeye başlayan zavallı şair, “Ne gezer!” diyor. “İğrenç böcek, düşüncemi anlamış ve sinirlerimin tahammül kabiliyetini ölçmek istiyormuş gibi, gitmek şöyle dursun, bilâkis yarım harap ettiği âsâbımı son haddine kadar aşındırmak için konduğu yerde daha derin yerleşerek, ıslak hortumu ve soğuk bacaklarıyla derimin üzerinde ağır ağır, küçük küçük ürpertici daireler çizmeğe koyuldu”. Bu müthiş işkenceye daha fazla dayanamayan şair birden iradesini kaybederek yerinden fırlayıp var gücüyle havayı tokatlarsa da, nafile! Gerisini kendisinden dinleyelim:

“O andan itibaren sinekle aramda baş döndürücü bir inat kavgası başladı: Ben çabaladıkça, o bir an için havalanıyor ve elimin hareket kavsi bitince, sanki gülerek süzüle süzüle aynı yere gelip konuyor ve etimin üzerinde başladığı işkenceye rahatça devam ediyordu. Başım dönmeğe başladı, çıldırmış gibi yerimden fırladım ve kompartımanımı muzaffer sineğe terkederek kendimi koridorlara atmaktan başka bir kurtuluş çaresi bulamadım”.

Haşim, “Sinek” başlığını taşıyan bu yazısında aslında kendisine ikide bir sataşan muarızlarını zekice hicvetmiş, Frankfurt’a sadece tedavi maksadıyla değil, aynı zamanda küçümsediği muarızlarının inatçı saldırılarından kurtulmak için gittiğini anlatmak istemiştir.

Frankfurt Seyahatnamesi’nde yer alan “Sincaplar, kuşlar vesaire” başlıklı yazısında, Ahmet Haşim’in hayvan sevgisinin çocukluk yıllarından kalma olduğunu öğreniyoruz. İlk çocukluğunu, çocuklara hediye olarak oyuncak yerine ayı yavrusu, karaca, sansar, tilki veya sincapların getirildiği dağlık, yabani bir memlekette yaşadığını, bunun için hayvanları çok sevdiğini, tilkilerini üst kattaki sandık odasında, dolapların arkasında sakladıklarını, bahçede büyük bir ağacın gölgesinde esir bir kartalın geniş kanatlarını gererek pençelerini tutan zinciri şıngırdata şıngırdata gezindiğini, bir ayının homurdanarak bahçenin yüksek duvarları üzerinde dolaştığını ve kurşun hızıyla uzaklara taş attığını, kurnaz ve çevik sincapları ellerinde fazla tutamadıklarını, boyunlarına geçirilen parlak çıngıraklı kırmızı tasmalarıyla ellerinden kaçıp büyük çitlenbik ağacının gür yaprakları arasında kaybolduklarını ve bahçedeki ağaçlardan günlerce esrârengiz çıngırak seslerinin duyulduğunu anlatır. Sonraki yıllarda hayvan besleyip beslemediği konusunda pek fazla bilgimiz yok. Sadece Ahmet Hamdi Tanpınar onun kedisinden ve yavrularından kısaca söz etmiştir:

“Hemen her gidişte günün yeni bir vak’asile karşılaşırdık. Haşim kendine kızar, birkaç çocuğile beraber onu kovar. O gün matrud kedinin bütün huysuzluklarını dinlerdiniz. Ertesi gün aynı kediyi ayaklarınıza sürünür görünce izahat verirdi: ‘Barıştık’. İki gün sonra vak’a hizmetcisiyle tekrarlanırdı. Hayvanları çok sever ve onlara kıyamazdı. ‘Evime canlı giren tavuk, kendi kendine ölmeğe mahkumdur’ derdi ve sonra bir tavuk için bu kendi kendine ölmeği pek hazin bulmuş olacak ki ‘Bîçâre’ diye acırdı”.

Bu nottan yola çıkarak Haşim’in yalnızlığını kedilerle paylaşan bir kedisever olduğu sonucuna varılabilir. Nitekim “Kedi” başlıklı yazısında “insandan kaçan muhabbetin ilticagâhı ancak hâlis hayvan olabilir. Onun için kedi muhabbetinin bir mânâsı vardır” der. Köpek, Haşim’e göre, mütereddi, kedi ise hiçbir terbiyenin seciyesini bozmayı başaramadığı “hâlis ve mağrur” bir hayvandır; zekidir, biraz himmetle bir opera parçasını bile teganni edecek kadar zengin bir sese sahiptir. “Mütefekkirlerin uykusuzluk arkadaşı” olan bu “altın gözlü mütehayyil” hayvanın “bir aşk gecesinden kanlar içinde avdetini görmek veyahut bir bahçe köşesinde âciz bir şikâra çektirdiği işkencelere şahit olmak, onun her şeye rağmen bir canavar kaldığını anlamak için kâfidir”. Canavar, yani hâlis hayvan!

Kediyi köpeğe tercih eden Haşim’e göre, “hayvanı hayvan olarak ve insandan tebâüdü nisbetinde sevmek doğru ve mantıkîdir”. İnsan hesabına diğer bütün hayvanlara husumet ilan etmiş tek hayvan olan köpek, zannedilenin aksine, asil değil, obur, şehvanî ve cesaretini ancak zayıflara karşı gösteren korkak bir hayvandır. Köpeğin sahibine sadakatini bir esirin zelil bağlılığına benzeten Haşim, insanlaşan, insana yaltaklanan hayvanları sevmez; tabiatlarının gerektirdiğini, yani canavarlıklarını yaşamaları engellenen hayvanların durumunu ise çok hazin bulur. 1928 yılında yaptığı Paris seyahatinde bir hayvanat bahçesini de ziyaret etmiş ve bir yazısında kafeslerdeki tüyleri dökük hasretli kuşların, hasta ve dargın akbabaların, mahpeslerinin demir parmaklıkları arkasında birbirine sarılıp mütemadiyen sallanan şempanzelerin, yalnız bir gorilin vb. hazin hallerini anlatmıştır. Özellikle bir Cezayir maymunu ailesinin hâtırası, yüreğinde hep kanayan bir yara olarak kalır. Anne maymun bir aylık yavrusunu bağrına basmış ısıtmaya çalışmakta, dalgın, boş ve ümitsiz gözlerle Paris’in esmer ve yabancı semasına bakıp düşünmektedir. Haşim bunları anlattığı “Hayvanlar arasında” başlıklı yazısını şöyle tamamlar:

“Bahçenin Seine nehri tarafına açılan kapısından çıkmadan evvel, heykeltraş Fromier’nin bir ayı yavrusu avcısıyla iri bir ayı annesinin kanlı kucaklaşmasını temsil eden tuncu önünde durdum. Esir ve gurbetzede hayvanların şifasız izdırabından akan zehirle dolan ruhum, serbest canavarın zalim insan üzerindeki zaferini gösteren bu hâile—engiz şâheseri seyretmekle bir parça ferahladı”.

Haşim’in, at, eşek, keçi, tilki, kirpi, sincap, tavuk, horoz gibi hayvanlar ve kuşlar hakkında da son derece ilgi çekici fikirleri vardır. Ancak biz şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz, çünkü yerimiz dar..
/Beşir Ayvazoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder