Karamanoğulları'nın, Osmanlılar'a bağlanmasından
sonra Anadolu'da merkeziyetçi bir idare kurmak ve Anadolu birliğini sağlamak
düşüncesinde olan Bâyezid, Canik bölgesindeki bazı Türk beylerini idaresi
altına almak için harekete geçer. Bu gayenin gerçekleşmesi için 1398
ilkbaharında o taraflara doğru bir sefere çıkarak Canik Beyi Kubadoğlu
Cüneyd'in üzerine varır. Sonunda bunun merkezi olan Müslüman Samsun'u zapt
eder. Osmanlı hâkimiyeti altında bulunmak sartıyla Cüneyd Bey'e Ladik ve diğer
bazı kaleler bırakılır. Samsun ve havalisi bir sancak itibar edilerek, Bulgar
Kralı Sisman'in, Müslüman olan oğlu Aleksandr'a verilir.
Yıldırım Bâyezid, daha sonra Bafra ve Giresun
bölgesindeki beyler ile Çarşamba ve Terme havalisine hâkim olan
Taceddinoğulları' nı, sonra da Havza ile Merzifon'a hâkim olan Taşanoğullar'ını
Osmanlılara bağlar. Bu bölgelerin zaptı ile Karadeniz bölgesindeki Osmanlı
sınırı, Trabzon Rum İmparatorluğu sınırına kadar dayanmış oluyordu.
Anadolu'daki bu başarılar sonucunda Yıldırım Bâyezid,
Kadı Burhaneddin Devleti'nin kuzey, batı ve güneybatı taraflarını ele
geçirmişti. Fakat Sivas merkez olmak üzere Anadolu'nun büyük bir kısmı hâlâ
Kadı Burhaneddin'in idaresinde idi. Yıldırım Bayezid ile Kadı Burhaneddin
birbirlerine bu kadar yaklaşmış olmalarına rağmen müşterek bir düşmana karşı
koymak için işbirliği yapmaktan çekinmediler. Bu tehlike, doğudan gelen ve daha
sonra Anadolu'yu kasıp kavuracak olan Timur tehlikesiydi.
Anadolu'ya geleceği haberi alınan Timur'un, Kadı
Burhaneddin'e elçi gönderdiği ve kendisine tabi olmasını istediği
anlaşılmaktadır. Bunun üzerine Kadı Burhaneddin, Osmanlı hükümdarı ile Mısır
Sultani (Memlûk)na mektuplar göndererek tehlikeyi haber vermiş ve
"bilesiniz ki ben her ikinizin de komsusuyum ve benim memleketim sizin
memleketiniz demektir. Ben, sizin hududlarınızın siperiyim ve askerlerinizin
öncüsüyüm. Yoksa ben ona nasıl mukavemet edip ve nasıl müsademe edebilirim.
Halbuki onun ahvalini işitmişsinizdir. Nice ordular bozmuştur. Eğer siz bana
imdad ederseniz ben ona karşı dururum, beni yalnız bırakırsanız beni ona karşı
harcamış olursunuz. Sizin önünüzde bulunan ben, size gelecek belalara
kâfiyimdir. Maazallah eğer ondan bana bir zarar gelirse pek me'muldur ki size
de sirayet edecektir. Benim, Timur'un mektubuna cevap vermemekliğimii sizden
alacağım cevaba göre bir cevap olacaktır."
Yıldırım Bâyezid, Kadı Burhaneddin'in mektubundan
son derece memnun olup mütalaasını beğenmiş ve kendisine su cevabı göndermişti:
"Eger Timur seni bırakıp giderse ne âla. Şayet
vazgeçmezse karşı koyacak bir orduyu ona karşı sevk ederiz ve onun için
istediğin kadar ona mukavemet et. Basiret ve hüsnü niyet üzere olup onun
askerinin çokluğundan korkma. Zira nice az cemaat (topluluk) çok cemaata galebe
etmiştir. Eğer sizce lüzum görürseniz bizzat kendim geleyim ve askerimle oraya
ineyim. Sizin bayraklarınız daima başta ve ayakta olsun. Ben, senin kılıcına
kol ve sana pazu olayım."
Fakat bu muhabere devam ederken, kaderin bir
cilvesi olacak ki, Timur daha Anadolu'ya gelmeden Kadı Burhaneddin vefat eder.
1398 yılında Kadı Burhaneddin'in, Akkoyunlu
hükümdarı Karayülük Osman Bey ile yaptığı savaşta ölmesi, Osmanlıların onun
ülkesine sahip olmalarına sebep oldu.
Sivas, Kayseri ve çevresi hükümdarı Kadı
Burhaneddin, bir zaman kendisine tabi olan ve daha sonra muhalefete kalkışmış
bulunan Akkoyunlu aşiretinin reisi Karayülük Osman Bey'i takib ederek onunla
meydana gelen muharebede yakalanıp katledilmişti. Sivas halkının kararı ile
oğlu Alaeddin Ali Bey (Zeynelâbidin) babasının yerine hükümdar olmuştu. Fakat
Karayülük diye şöhret bulan Osman Bey, Sivas'ı muhasara edip almak istediğinden
Sivas'ın ileri gelenleri Osmanlı hükümdarını yardıma çağırmışlardı. Yıldırım
Bâyezid bu daveti kabul ederek oğlu Süleyman Çelebi vasıtasıyla Sivas üzerine
yirmi bin atlı ve dört bin yaya göndermişti. Bu birlik, Karayülügü mağlub
ederek Sivas'ı kurtarmıştı.
Süleyman Çelebi, Sivas'ı kendisi zapt etmeyip
babasını davet ettiğinden büyük bir kuvvetle gelen Yıldırım Bâyezid, şehre
girmişti. Bâyezid, Kadı Burhaneddin'in oglu Zeynelâbidin'i, enistesi olan
Dulkadiroğlu Nasiruddin Bey'in yanına gönderdi. Böylece Kadı Burhaneddin'in
ülkesi (Sivas, Tokat, Niksar, Sarkî Karahisar, Kayseri, Kırşehir ve Aksaray),
yani Orta Anadolu'nun doğu kısmı da Osmanlı Anadolu birliğine katılmış oldu.
Bâyezid, oğlu Süleyman Çelebi veya Mehmed Çelebi'den birini buraya vali tayin
eder. Kadı Burhaneddin'in devlet erkanını ve bütün askerlerini maiyetine alır.
Böylece, Kara Tatarlar da Osmanlı Devleti'nin hizmetine girerler.
Kadı Burhaneddin Ahmed'in ülkesinin alınmasından
sonra Osmanlı Devleti, Anadolu'nun yarısından fazlasına hâkim oluyor, kuvvet ve
kudretçe Mısır Memlûk hükümdarlığına rakib olacak bir hale geliyordu. Ayni
zamanda Mısır Devleti'nin hâkimiyeti altında bulunan Malatya ve çevresi ile
Divriıi ve civarını da tehlikeye sokmuş oluyordu. İş bu kadarla da kalmıyordu.
Zira Memlûk hâkimiyetini tanımıı olan Dulkadiroğulları Beyliği de tehlikeye
giriyordu. Bu durumdan endişelenen Memlûk hükümdarı Berkuk, Bâyezid'in çok kısa
zamanda kazandığı bu parlak zaferlerden ürkmeye baslamış ve bilhassa onun
Hiristiyan dünyasında elde ettiği zafer ve fetihler dolayısıyla, kendi Müslüman
tebeasının ona karşı doğacak sevgi ve hissiyatını da düşünerek, o dönemde
Mısır'da Malikî Mezhebi'nin baş kadısı olan meşhur Ibn Haldun'a kendisinin
Timur'dan çekinmediğini, asıl Bâyezid'den korkmakta olduğunu söylemişti.
Yıldırım Bâyezid'in Bati ve Iç Anadolu'nun tamamını
idaresi altına alarak doğuya doğru bir genişleme siyaseti gütmesi, Osmanlı
Devleti ile Timur'un İmparatorluğunu da karşı karşıya getirdi. Bu arada Osmanlı
Devleti tarafından bağımsızlıklarına son verilen Anadolu beyleri, bu iki
Müslüman devleti karşı karşıya getirmek için gayret sarf ediyorlardı. Bunlar,
savaş ateşini alevlendirmek için olayların üzerine körükle varmaya başladılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder