Kayıp Ünye Hikayeleri
Leylek Sapağındaki Hikayeler
/Yaşar KARADUMAN
Bizim çocukluğumuzda Samsun’a otobüsler şimdiki Çınar Market’in önünden kalkardı. Karşıda Park ve kenarında kocaman bir saat olan Belediye binası vardı. Ellili yıllardı, Cumhuriyet Meydanı Perşembe’den getirtilen kobalt parke taşları ile yeni döşenmişti. Belediye Başkanı Hüsrev Yürür bu taşları Peşembe’den Yaşar Kaptan’ın motorları ile getirtmiş, Mevlüt Usta ve oğullarına döşetmişti. Bu taşların orijinal bir bölümü halen durur meydanda. Ünyeliler elli yıldır bir daha Cumhuriyet Meydanı düzenleyememişlerdir. Şehrin diğer sokaklarına da döşenen bu taşlar yirmi yıl sonra sökülerek İzmir Belediyesine satılmış ve Konak Meydanı’na döşenmiştir.
Otobüslerin kalkış saati falan yoktu yarısı dolduğu zaman hareket eder, yarısı yoldan sapaklardan doldurulurdu. Otobüs isimleri aklımda kaldığı kadarıyla, Hürol, Gökçe, Gülenay, Cengiz, Korkmaz, Yenigün, şoförler, Fort Kemal, Hürol Arif, Poz Osman, Florya Ali, muavinler, Ulusoy Hayri, Şahmurat Amet, Kara Halil, bunların içinde en renkli kişiliği olan Ulusoy Hayri hiçbir zaman şoförlüğe terfi edememiş, muavin olarak bu dünyadaki ömrünü tamamlamıştır.
Sapaklara gelince, sapaklar ana yoldan köylere ayrılan yol başları idi. Köylerden yolcular Ünye Samsun yolu üzerindeki bu sapaklara iner otobüs beklerler ve yine dönüşte bu sapaklarda inerlerdi. Meşhur sapaklar, Akçay Sapağı, Cüri Sapağı, Leylek Sapağı, Sakarlı Sapağı, Evcı sapağı ve Miliç’ti Miliç’te otobüs dolar bir daha Samsun’a kadar yolcu alınmazdı.
Ulusoy Hayri, hangi sapakta ne zaman ne kadar ördek olduğunu bilirdi. Bu sapaklardan alınan yolculara muavin dilinde “Ördek” denilirdi. Bunlardan alınan ücretlerde patrona tam olarak gösterilmez yarısı şoförle muavin arasında iç edilirdi. Bugün de halen aynı sistem devam etmektedir büyük bir ihtimalle.
Bügünkü yol yapılmadan önce otobüs Akçay’da eski yoldan geçerdi eski yol şimdi biraz içerde kalmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmış bir köprü vardı Akçay Irmağı üzerinde üç kemerli bir köprüydü halen duruyormuş fakat son kemeri yıkılmış, oysa korumaya alınmalıydı. Bu köprünün bir benzeri de Miliç ırmağı üzerindedir, yoldan görünür fakat o tek kemerlidir.
Miliç’ten sonra Terme’ye girilirdi, Terme ahşap evleri ile şirin bir kasabaydı. Adını burada yaşamı Termodan veya Termesus adlarındaki halktan almıştı. Terme’nin ortasından Terme Çay’ı geçer bu çay üzerinde şehrin içinde bir köprü vardır, otobüs bu köprünün üzerinden geçerek Çarşamba’ya doğru yol alırdı. Terme, pirinci ve çeltiği ile ünlü bir kasabadır. Amazon adındaki kadınlardan oluşan savaşcı bir halkın burada yaşadıklarına inanılır bu nedenle heryıl burada “Amazon Festivali” yapılır ve Terme’li genç kızlar Amazon kadınları gibi giyinerek festivale renk katarlar. Terme Çayı’nın denizle buluştuğu mıntıkadaki Simenit Gölünde avcılık gelişmiştir. Avcılar avlanmanın serbest olduğu mevsimde burada çeşitli su kuşlarını avlarlar.
Terme’den otuz kilometre sonra Çarşamba gelir. Çarşamba Ünye’den atmış, Samsun’a otuz kilometre uzaklıktadır. Yol eskiden Çarşamba’nın da içinde geçerdi. Çarşamba Terme’den hatta Ünye’den bile büyük gelişmiş bir kasaba idi. Yeşilırmak Çarşamba’yı da ikiye bölerdi. Şehir ırmağın iki yakasında toplanmıştı. Çok uzun yıllar önce karşı yakada Çarşamba günleri kurulan bir Pazar dolayısıs ile bu ismi almıştı. Irmağın üzerindeki köprü ise 1930 yılında yapılmıştır. Cumhuriyetin Çarşambaya bir hediyesidir halen ulaşım bu köprüden yapılmaktadır. 1914 yılında Fatsa, Ünye, Terme ve Çarşamba’da büyük bir sel felaketi yaşanmış Yeşilırmak taşarak sekiz metre yükselmiş ölümlere sebep olmuştur.
Bugün dillerden düşmeyen “Çarşambayı sel aldı” türküsü o felaket de askerde olan bir gencin nişanlısının sel sularına kapılması ve cesedinin günler sonra kayalıklar üzerine vurması deneniyle yakılmıştır. Çarşamba ilçesi Yeşilırmak'ın doğu yakasında Çay mahallesi, batı yakasında Sarıcalı mahallesi olmak üzere bu alanın çevresinde gelişmeye başlamıştır.
Çarşamba ovası yazın yetiştirdiği sebze ve meyve ile çevresine hayat verir, kavunu karpuzu meşhurdur. Bizim Ünye’de bir zamanlar “Çapula” dediğimiz ayakkabıya İstanbul’da “Çarşamba Kundurası” derler. Bir de simidi meşhurdu Çarşamba’nın. Babam her Samsun’a gittiğinde beşaltı tane iple bağlar getirirdi bize çocukken. Çocukluk arkadaşımız Ferhan Şensoyun “Kalemimin Sapını Gülle Donattım” adlı adlı romanında “Ben bir ırmak kıyısında doğdum” dediği yer Çarşamba’dır. Yazmakta olduğu romanın ikinci cildinde ise umarım Ünye’yi kasdederek “Karadenizin bir sahil kasabasında çocukluk yıllarım geçti” der.
Çarşambanın ortasında akan Yeşilırmak’ın üzerindeki köprüden Çarşamba’nın Samsun tarafına geçerek yolumuza devam ediyoruz. Samsun’a yaklaşırken yolun kenarındaki camisi işle Dikbıyık çıkar önümüze ve bir müddet sonra da Samsun Gelemen Devlet Üretme Çiftliğinin düzenli, temiz göz okşayan görüntüsü başlar. Genç Cumhuriyetin Samsun’dan başlayarak çevresine sunduğu çok değerli bir hizmetti bu üretme çiftliği. Burada damızlık hayvan ve tavuk yetiştirilirdi. Çiftlik,ağaç çeşitleri ve meyve tarımı hakkında çevreye hem bilgi hem damızlık verir, yol gösterir eğitirdi. Seksenli yıllardan sonra bazı birimleri kaldırıldı arsaları ona buna satıldı, şimdi ayakta kalan bazı birimleri ile bakımsız haldedir. Anadolu İhtilali’nin başladığı yerdir Samsun. Atatürk kurtuluşa giden uzun ve meşakkatli yola buradan başlamıştır.
Çocukluğumda beni köpek ısırmıştı. Ünye’de tedavi olacak bir yer yoktu. Bir Belediye doktoru vardı o da belediye de sadece muayene yapardı. Beni hemen Samsun’a götürdü dedem ve anneannem. Orada Sakine Halamız vardı. Bir ay her gün karnımdan kuduz iğnesi yapılması lazımdı. Biz her gün anneannemle Cumhuriyet meydanından yürüyerek tepede ağaçlar arasında hastaneye giderek iğne olurduk. Sonra ben parka eniştenin yanına giderdim. O zaman bugünkü fuar alanı yapılmamış deniz doldurulmamıştı deniz parkın önüne kadar gelirdi ve Atatürk’ün 1919 yılında karaya ayak bastığı iskele duruyordu, enişte bu iskelenin başında dondurma satardı bende iskeleye yüzükoyun yatar ipin ucuna bağladığım kanca ile balık tutardım misina yoktu. Sonra buraları doldurdular. Şimdi Samsun’lular denizi evlerinin balkonlarından dürbünle bile zor görüyorlar.
Ünye’de de böyle deniz doldurup yeşil alan yapma hastalığı var, yeşil alanlar sonra biracıların içip içip işediği alan oluyor. Yakında Ünye’de denizi Samsun’lular gibi evlerinin balkonlarından bile göremeyecekler.
Otobüsler Samsundan Cumhuriyet Meydanının arkasındaki garaj denilen yere gelir ve yine oradan kalkarlardı. (Ulusoylar yalnız Trabzon-Samsun çalışırlardı. Sabahleyin Samsundan peş peşe kalkan otobüsler bir saat sonra Ünye’nin dar sokaklarından tozu dumana katarak peş peşe geçerlerdi.
Garajda inerdik. Babam, Cumhuriyet Meydanı ile Samanpazarı arasında bulunan sebze ve hali’nden Ünye’ye götürüp satmak için sebze ve meyve alırdı. Bizim Feyzi Ergül diye bir komisyoncumuz vardı sebze hal’inde. Babam bazen Ünye’den buraya satılmak için, kiraz, erik, elma, mandalina, gönderirdi, sonra gider paraları alırdı. İşlerimizi bitirip, sebze ve meyve çuvallarını ve kasalarını otobüse verirdik, Ulusoy Hayri bunları yukarı alırken durmadan homurdanırdı. Sonra babam beni köfte yemeğe götürürdü.
Vidinli Oteli’nin biraz ilerisinde “Meşhur Köfteci” vardı, bunlar iki dükkan yan yana idiler. Bu köfteler o kadar lezzetli olurdu ki tadını ömrüm boyunca unutmadım. Burada unutamadığım iki şey daha var, iki şeyi daha hiç unutmadım. Köfteci babamı tanırdı, Amerikan askerleri gibi saç tıraşı vardı, onu görünce savaş filmlerindeki Amerikalı askerler aklıma gelirdi, birde tavanda devamlı dönen ve aşağıya serin hava veren vantilatör. O zaman Ünye’de evlerde daha elektrik bile yoktu, bu vantilatöre hayran hayran bakardım.
Babam garajdaki kahvede otobüsün kalkma saatini beklerken ben de Parka heykele bakmaya giderdim. Her seferinde heykelin nasıl iki arka ayağı üzerinden durduğunu bir türlü çözemezdim. Bunu çok uzun yıllar sonra öğrendim.
Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 gününü simgeleyen bu anıt, Samsun Belediyesi tarafından 1931 yılında Avusturyalı heykeltıraş Heinz Krippel’e yaptırılmış ve 19 Ocak 1932’de törenle açılmıştı, dikdörtgen beyaz mermer bir kaide üzerinde Atatürk, şaha kalkmış bir at üzerinde, resmi üniforması ile tasvir edilmiştir. Anıtın kaidesi üzerindeki bronz levhalarda ise Kurtuluş Savaşı tasvir edilmiştir. Ayrıca kaidenin ön yüzünde Atatürk’ün Samsun’a çıkışının öyküsü yazılmıştır. Heykel kaide üzerine atın arka ayakları ve kuyruğu ile oturtulmuştur. Heykeli atın arka ayakları ve kaideye değen kuyruğu tutmaktadır ve yüz yıl önceki teknoloji ile yapılan bu anıt dünya’da üçüncüdür.
Biz yüzyıl sonra bile bu kadar güzelini yapamadık, şehir ve kasaba meydanlarımız Atatürk’e hiç benzemeyen acemice yapılmış heykellerle doludur.
Samsunun ilkçağdaki adı Hellen ağzında Amisos ve Samisos şeklinden gelmektedir, halkının kimler olduğu hep tartışma konusu olmuştur. Kimine göre "Gaska "adı verilen "Proto Hititler" , kimine göre "Tzan (Can)" adı verilen Rize ile Bafra arasına yerleşmiş bir Güney Kafkas kavmi (Canik) adı da bu kavmin isminden gelmektedir
Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Mücadelesine başlamak Samsun’a çıkışını “Nutuk” da şöyle anlatmaktadır.
"1919 yılı Mayıs'ının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Genel durum ve manzara: Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durum, Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, Şartları ağır bir ateşkes Antlaşması imzalamış, Büyük Harbin uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde. Milleti ve memleketi Dünya Savaşı'na sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlar.
Samsundan başlayan bu mücadele ve yıllarca süren uğraşlardan sonra Atatürk ve arkadaşları bize bugünkü Türkiye Cumhuriyetini bırakmışlardır. Ruhları şad olsun.
Otobüs Samsun’dan Ünye’ye saatle kalkardı, Garajda bu işleri düzenleyen Arif Abi diye bir Ünyeli vardı. Arif Abi bizim Türbe Mahallesinden Topal Didar’ın oğluydu. Ünyelilerin bu gidiş gelişlerde çok yükünü çekmiştir Arif Abi.. Biz Ortaokuldan mezun olunca Ünye’de gideceğimiz bir Lise yoktu, her birimiz bir tarafa dağıldık, kimimiz Ordu’ya, kimimiz Perşembe Öğretmen Okulu’na kimimiz Samsun Lisesi ve Ticaret Lisesine, kimimiz Ankara’ya kimimiz de İstanbul’a. Samsunda okuyan arkadaşların çok kahrını çekti Arif Abi. Hafta sonları çamaşırları ailelerine ulaştırdı, Ünye’den gönderilen yemekleri meyveleri ulaştırdı, paramız olmadığında, para almadı, mekanı cennet olsun. Arif Abi son yıllarında bir 302 Mercedes otobüs alarak Ünye’den İstanbul’a yolcu taşıdı.
Otobüsün kalkma saati gelince dolmuş olurdu. Ulusoy Hayri kolu takar iki tur attırır otobüs çalışırdı. O yıllarca otobüs ve kamyonlarda marşla çalıştırma tekniği yoktu motora ön taraftan bir kol takılır iki tur attırılır çalıştırılırdı, bu kol marş vazifesi görürdü. Otobüs sallana sallana Samsundan çıkar Gelemen Devlet Üretme Çifliğni geçer, Dikbıyıktan sonra Çarşamba sınırları içine girilirdi. Dönüş akşama rastlar hava kararmış olurdu.
Çarşambanın ortasından geçen Yeşilırmak’ın üzerimdeki üzün ve dar köprünün sağındaki ve solundaki lambalar yanmış olurdu. Otobüs köprünün başında mola verince taze çıkmış Çarşamba simidi alırdık, evde kız kardeşim, gelirken simit getirin diye sıkı sıkı tembih etmişti sabahleyin evden çıkarken. Sallanarak köprüden geçen otobüs Terme’ye doğru yol alırdı, alttan Yeşilırmak sakin sakin akardı.
Otobüs Terme’de durmazdı, Terme ve Miliç’i geçtikten sonra yavaş yavaş sapaklar başlardı. Son sapağı da geçince otobüsün yarısı boşalmış ve Ulusoy Hayri’ninde otobüsün üzerinden yük indirmekten canı çıkmış olurdu. Ünye’ye geldiğimizde otobüs yine Cumhuriyet Meydanı’nda durur yolcular iner yükler boşaltılır ve bir Ünye-samsun yolculuğu da böylece bitmiş olurdu.
Ulusoy Hayri elimdeki simitlere bakarak; Hadi bakalım Küçük Garaduman Çarşamba simitlerini bağlamışsın yine, derdi. Küçüktüm yedi veya sekiz yaşlarındaydım, mutlu bir çocuktum çocukluğum şirin kasabamda mutlu geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder