13 Haziran 2007 Çarşamba

Çepniler ve Anadolu -II





Selçuklu Devleti’nin 1040 yılında Horasan’da kurulması ve daha sonra Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 yılında Malazgirt savaşının kazanmasından sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve batıya doğru göç eden Türkler Anadolu’da yurt edinmeye başlamışlardır. Yerleştikleri her yere Türkçe ad veren bu Türkmen boyları en yoğun olarak Antalya-Eskişehir Bölgesi (30,000çadır)Kastamonu Bölgesi(100,000çadır)İçel Bölgesi Malatya-Maraş Bölgesi Kuzey Suriye Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yurt tutmuşlardır. Bizim konumuz olan Çepniler ise Sinop bölgesine yerleşmişlerdir.

Tarihi kayıtlardan Karadeniz Çepnilerin bu bölgeye ne zaman geldiklerini tam olarak öğrenememekle birlikte 13.yy da bu bölgeye hakim olduklarını ve Trabzon Rum Devleti hükümdarı Giorgi’yi mağlup edebilecek kadar da güçlü olduklarını biliyoruz.

Moğolların Anadolu’yu istilası ile ortaya çıkan bunalımlardan istifade etmek isteyen Giorgi, Karadeniz ticareti için çok büyük önem taşıyan bir limana sahip olan Sinop’u almak istemiş ve bir donanma ile 1277’de Sinop’a saldırmışsa da, kendisini gemilerle denizde karşılayan(Türkan-ı Çepni)Çepni Türkleri tarafından mağlup edilerek geri püskürtülmüştür.

Bu olayı İbn Bibi El Evamirü’l-Ala’iye Fi’Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Name)Adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: “O sırada Sinop tutgavulu (muhafız kuvvetleri komutanı)Tayuğa gelerek “Canik hükümdarı(Caniti)asker ve cephane(zeredhane)dolu kadırgalarla Sinop’a saldırmak için geldi. Çepni Türkleri ile o diyarı korumak için görevlendirilmiş olan komutanlar (server)onlara karşı koyarak onları ateş ve su arasında sıkıştırıp canlarına ve evlerine darbe indirdiler. Her tarafı yerle bir ettiler. Onları kahrederek her şeyden mahrum, mahzun ve ümitsiz bıraktılar” dedi.

Düzenli bir orduya karşı kazandıkları bu zafer, Çepnilerin o dönemde hem kalabalık hem de teşkilatlı bir topluluk olduklarının bir göstergesidir.

Bu Çepnilerin Sinop bölgesine yerleştikleriyle ilgili herhangi bir delil yoktur ama bu dönemle ilgili belgelerden Türklerin sürekli olarak doğuya doğru ilerledikleri anlaşılmaktadır.

Brjer’in verdiği bilgilere göre, Trabzon Rum İmparatoru 2. Jean (Yuannis) zamanında (1280–1297)Türkler Ünye(Halibia)yöresini fethetmişlerdir. Bu Türklerin Sinop Çepnileri olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Trabzon Rum İmparatorluğun saray tarihçisi Panaretos’a göre İmparator Giorgi (1260-1280)hükümdarlığının 14. yılında yani 1280 yılında Toresion dağında Türkmenler’e tuzak düşmüştür. Panaretos,2. Jean’ın 1297 yılında öldüğünü, onun zamanında Türklerin Halibia (Ünye yöresi) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istilâ hareketlerinde bulunduklarını yazar. Öyle ki çok yerler gayr-i meskûn bir duruma gelmiştir. Yukarıda da söylendiği gibi, bu Türkler veya onların çoğu büyük bir ihtimalle Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey ailesidir.

İmparator 2.Aleksios (1297–1330)1301 Eylül’ünde Giresun’a gelip oradaki Türk beylerinden Küçük Ağa’yı ağır bir yeniliye uğratmıştır. Yine Panaretos da Bayram Bey’in bir pazarı ele geçirdiği bildiriliyor. Bu, Ordu vilayetini fetheden ve orada beylik kuran (Bayramlu beyliği)Bayram Bey’e dair ilk haberdir. Bu esnada batı ucundaki Türkmenlerde geniş çapta fetihlere girişmişlerdir. Bayram Bey 1332 yılında da çok sayıda asker ile Hamsi köye gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür.

1355 yılında Haldia dükü Kabasisika harekete geçip Şiran’ı zaptettiği gibi, Suriyana kalesi de boşaltıldığı için Trabzon İmparatorluğunun sınırları içine alınmıştı. Bundan çok memnun kalan İmparator 3.Aleksios elden çıkmış olan Şiran’a gelmiş, tahribatta bulunmuş ve orayı kuşatmış, tutsak almış ise de dönerken az sayıda bir Türk’ün takip etmesi üzerine imparatorun kuvvetleri panik halinde kaçmışlar, birçok kimse öldürülmüş ve Haldia Dükü de tutsak alınmış, imparator ve bu hadiseleri yazan müverrih Panaretos güçlükle Trabzon’a gelebilmişlerdir. İmparatoru mağlup ve kaçmaya mecbur eden Türkler şüphesiz Çepnilerdir.

Ertesi yıl (1356)imparator ve müverrih Panaretos batıya giderek noeli Giresun’da geçirmişler ve Yasun Burnu’nda “Epifani” kutlanmış ve orada 18 Türk öldürüldükten sonra geriye dönülmüştü. Ertesi yıl(1357)Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir Bey kalabalık bir asker ile Maçka yöresine kadar gelerek oraya yağma ve talan ettikten sonra geri dönmüştür.

Bu ilerleme sırasında Çepnilerin Ordu bölgesine yerleştikleri ve Bayram Bey’in idaresinde bir beylik kurulduğu sanılmaktadır.

İmparator 3. Aleksios,1380’de Tirebolu yöresine gelerek (Mart),Harşit çayının sağ kıyısına çok yakın yerde ve denize 5 km mesafede bulunan Bedroma kalesinden 600 kadar yayayı uzak yerlere gönderdikten sonra, yayanın kalabalık kısmı ve atlı askerle Harşit’in yukarı kısmına yürüyüp Çepnilerin kışlağına kadar gitmiş ve onların çadırlarını yıkmış, yakmış öldürmüş ve Çepniler’in elindeki tuzakları kurtardıktan sonra geri dönüp Vakfıkebir’deki Büyük Liman’da birkaç gün kalmıştır. Daha önce gönderilen 600 kadar yaya askere gelince onlar, Kotzanta (Kürtün yöresi, Suma Kalesi)yöresine bir akın düzenleyip yakıp yıkmışlar ve adam öldürmüşler, dönüşte kendilerini kovalayan Türklerle de kıyıya varıncaya kadar dövüşmüşler ve bu yüzden Türklerden birçokları ölmüşlerdir. Onlardan 42 kişi ölmüş Türklerden ise erkek, kadın ve çocuk olmak üzere 100’den fazla insan hayatını kaybetmiştir.

 Görüldüğü üzere imparator Çepnilere karşı bir öç alma seferi düzenlemiş ve onların elindeki bazı tutsakları kurtarmıştır. Anlaşılacağı gibi Çepniler muhtemelen 14.yy da kuzeye doğru ilerleyerek Kürtün yöresine ve ona komşu yerlere gelip oraları kışlak yapmışlar, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıkmışlardır. Onlar ertesi yy.da kuzey ve kuzey batıya doğru ilerlemelerini sürdüreceklerdir.

Ordu bölgesini fethederek Bayramlı Beyliği’ni kuran Bayram Bey’in torunu ve Hacı Emir Bey’in oğlu Süleyman Bey’de 1397’lerde Giresun’u fethetmişlerdir.15. yy başlarında kuvvetli olan bu beyliğin ne zaman ve nasıl ortadan kalktığı bilinmemektedir.

Çepniler 14.yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdir. Bu yurtları Kuzey Karadeniz’e kadar ulaşmıştır. Çepniler Kürtün’den hareket ederek Hurşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt edinmişlerdir. Doğu Karadeniz bölgesine yaylalardan geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenlerin olduğunu belirten Osman Turan da Şarki Karadeniz bölgesine yaylalardan geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha ziyade Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur.

Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş ve bir takım küçük beylikler  kurmuşlardır

Demek suretiyle yukarıdaki görüşü paylaşmaktadır.

14.yüzyılın ilk yarısında Yukarı Kelkit vadisinde  de kalabalık bir Çepni kümesinin yaşadığı ve bu Çepnilerin 1348 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey  Bayburt Valisi Mehmed Akkoyunlu Tur Ali Bey  Doğu Suriye Türkmen reislerinden Bozdoğan Bey’in Trabzon’a düzenledikleri sefere katıldıkları ve şehri üç gün kuşattıktan sonra alamayarak geri döndükleri görülmektedir.

1404 yılında Trabzon’dan Erzincan’a giden İspanyol Elcisi Ruy Gonzalesde Clavijo(Klaviyo)Zegan (Zıgana) kalesi ile buradan Erzincan Türk Beyliği arasındaki yerlerin “Kabasitan”lı derebeyler elinde olduğunu “Çabanlı(Çepni) Türklerinin bunlarla savaşıp yıldırdığı bilinmektedir.

Yine Klaviyo’nun “Bu dağların ve kalelerin hakimi olan Kabasika bize nasıl yaşadığını anlatmaya başladı. Kendisi bu çıplak yerlerde ömür sürermiş. Bu havali şimdilik(Tümer’ün korkusundan)sükûn içinde yaşamakta ise de daima(Bayburt-Ovası batısında Sinür köyünde ocakları bulunan Bayundulu/Akkoyunlu ve Kelkit başları ile Kürtün bölgesi kuzeyinde ve Alucra’daki (Çepnülü)Türklerin taarruzuna uğramış Ertesi (2Mayıs) gün öğleden sonra yine Kabasika’ya ait bir kaleye vardık. Buradakiler de gelip bizden para aldılar(Zegana’dan beri dört yerde)Yolumuza devam ettik.

Öğleden sonra bir vadiye vardık. Orada Çabanlı(Çepnilü)Türklerin ait bir kale (Gümüşhane ile Kelkit ilçe merkezi arasında ve tam orta yerde Ulu Kal’a bulunduğunu anladık.

Kabasika ve bu Türkler arasında harp vaziyeti devam ettiğinden Kabasika’nın adamları bize bir müddet duraklamayı ihtar ederek keşfe çıktılar şeklindeki açıklamaları dan da anlaşıldığı gibi 1405 tarihinde Çepni nüfus bölgesi Gümüşhane’ye kadar uzanmaktadır.

14. yüzyılın ortalarına doğru ise Çepnilerin kuzeye doğru ilerleyerek Harşit çayı çevresinde yurt tuttukları kışlaklarını yukarı Harşit’te kurmuş oldukları görülüyor.

15.yüzyıldaki Bizans müverrihlerinden Halkokondil Trabzon’un doğusundan Amasra’ya kadar bütün Karadeniz kıyılarında Çepnilerin oturduğu bildiriyor.

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461’de Trabzon alındıktan sonra Görele Tirebolu Bedreme ve Giresun kaleleri de fethedilerek Canik yolu ile Tokat’a ulaşılmıştır. Daha sonraki yılarda da doğuda Gürcistan sınırındaki kalelerle Gümüşhane-Trabzon arasındaki Torul yöresi alınmış ve Trabzon’un fethi tamamlanmıştır.

Osmanlıların Trabzon’u fetihleriyle bölgedeki Türkleştirme hareketinin hız kazandığı muhakkaktır. Ayrıca Osmanlılardan çok önce Kürtün-Dereli –Giresun-Tirebolu-Eynesil arasıdaki kırsal kesime hâkim olan Çepni beylerinin fetihte Osmanlılara yardım ettikleri elde edilen başarılarda rol oynadıkları fetihten sonra Osmanlı Devleti’nin bunların hemen hepsine zeamet ve tımar gibi dirlikler vererek onları hizmetine almasından anlaşılmaktadır. Ayrıca Çepni halkının büyük bir kısmı müsellem olarak hizmette alınmış cami ve zaviyelerde görevlendirerek vergiden muaf olmuşlardır. Halkın geri kalanının ekseriyeti de muafin(vergiden affolunmuşlar)sayılmıştır.

15. yüzyılın ikinci yarısında tamamen yerleşik hayata gecen Çepniler köylerde oturmaktadırlar. Bu bölge deki köyler arasında hiçbir Hıristiyan köyü yoktur.

Hıristiyanlar kıyılardaki Giresun-Tirebolu-ve Görele kalelerinde yaşamaktadırlar.

Bu yüzyılda köylerde oturan Çepnilerin darı ektikleri bal istihsal ettikleri meyve yetiştirdikleri köylerin çoğunda doğan şahin atmaca yuvalarının bulunduğu palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği ilk zamanlarda köylerde fazla koyun bulunmadığı ancak sonraları birçok köyün koyun vergisi de ödediği otuz yıl kadar sonra buğday ekilmeye başlandığı verilen bilgiler arasındadır.

Mahmut Goloğlu ise Trabzon Tarihi adlı eserinde Laz-Çepni çatışmasının asıl sebebinin ayanlar olduğunu on sekizinci yüzyılın ilk yarısında şehir kasaba ve köylerde halka baskı yaparak devlet otoritesini kıran ve derebeyi durumuna gelen birbirlerini çekemeyip aralarındaki yarışmayı silahlı çatışma dercesine çeviren ayanlardan bazılarının Trabzon bölgesinde bulunduğunu ve Trabzon’un doğusundaki bu tür ayanların Lazlara batısındakilerin de Çepnilere dayandırdıklarını her ikisi de aynı boyun çocukları olan bu iki zümreyi birbirine karşı kullandıklarını belirtiyor ve bunun sona erdirilişini şöyle anlatıyor:

 “Lazlarla Çepniler arasındaki geçimsizlik oldukça eski idi. Gerek Çepni gerekse Laz ağaları bölgelerinde bağımsız gibi yaşarlardı. Onlardan yana olanlar da ağarlından başka devlet adamı ve ağa konaklarından başka hükümet dairesi tanımazlardı. Derebeylerinin özel askeri birlikleri bile vardı. Meselâ Tirebolu’daki bir derebeyi, silahlı adamlarını Trabzon Hükümetinin gözü önünde şehirden geçirip Rize’de Tuzcuzade ya da Lazistan’da Pansazade ailelerine karşı savaşa götürürdü. Ve ağaların hükümet gözündeki değerleri, bu çatışmalardaki başarı derecelerine göre idi. Gücünü ispatlayan ağayı hükümet kendine kazanmak ister ve ona mesela (kapıcıbaşılık) gibi rütbe ve görevler verilirdi.

İşte Trabzon bu durumda iken, yaklaşık olarak 1938’de (Çeteci Abdullah Paşa)Trabzon Valiliğine getirildi. Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni mücadelesine el koydu ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı bastırdı.

Tirebolu’lu (Hüseyin Avni)Alpaslan “Trabzon Eli Laz mı?”Türk mü?” adı eserinin” Trabzon Tigresindeki Türkler Nice Türedi” adlı bölümünde Şakir Şevketin Trabzon tarihinden şu bilgileri aktarıyor:

“İkinci Mehmet Han Trabzon tigresini ülkesine kattıktan sonra ovadan yüzbin Çepni Türkü geldi. Trabzon tigresine yerleşti. Bu Çepniler, ilk önce Türkeli’nden (Türkistandan)İran toprağına göçmüş! Kızılbaşlığı örenmiş! Bunlardan, İran’da tek durmamış! Uslu oturmamış! Bundan ötürü Hanları, bunları elinde istememiş! Bunlarda, Anadolu’ya geçmiş.

Anadolu’ya geçen Çepnilerden yüz bin kişi daha çoğu Giresun, Tirebolu, Görele, Büyük Liman’da bulunmak üzere, Trabzon tigresine yerleşmiş! Birtakımı da batıya doğru yürümiş! Balıkesir, İzmir, yanlarına yayılmış! İzmit’tekiler yerli Türklere karışmış, Çepnilikden çıkmış! Ancak Balıkesir İzmir tigresindeki Çepniler, Çepniliklerini korumuş!

Trabzon tigresinde, pek çok hoca yetişmiş derebeyleri Sünni olmuş da, bunları gitgide Sünni yapmış, Kızılbaşlık kalmamış! Böyle. Ancak Giresun'un, Tirebolu'nun Görele’nin yüksek köylerinde, Kürtünde bugün bile Kızılbaşlık göze çarparmış!

Kürtün’in Şeybli köylülerine ne türlü and versen, kopkmaz! Ancak” Abıl Baba, Pabıl Baba, Güvende Şeybi, Vazalak Şeyb, Tur Eri, Horuz Evliyası ocağına güm güm dabanca sıksun mu!”der isen korkar, işin doğrusunu söyler imiş! İşte Kızılbaşlı izleri!

Faruk Sümeğin konuya bakışı bunlardan farklıdır. O da, Çepniler ve diğer Türk boyları arasında Alevi olanların olabileceğini kabul eder. Hatta Kanuninin Nahcivan seferinden akçelik ve daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun haline geldiğini, bunun Türk sipahilerinin terakki imkânını ortadan kaldırdığını, ancak kapı-kulları ve oğulları tarafından doldurulamayan dirliklerin verilmesinde Anadolu Çepnilerinin diğer bütün kavmi unsurlara tercih edildiğini ve özellikle Laz, Tat, Şartlı gibi unsurların askeri hizmetlere kabul edilmediklerini, ayrıca Kızılbaş oldukları için Çepnilerin askere alınmalarının yasaklandığını ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmasının emredildiğini kaydeder. Ama bu Çepnilerin Trabzon Çepnilerin olamayacağı kanaatindedir:

 “Bir ilim adamı olarak vazifemiz gerçeği bulmaktır. Değil ise bizim için Sünni ve Alevi vatandaşlarımız arasında asla bir fark yoktur. Türk kültürünü almış her vatandaşımız ilmen yani gerçek olarak Türk’tür. Bu insana mensup olduğu o insanın almış olduğu kültürü belirler, kanın hiç bir rolü yoktur. Yani bir insana,”ben Türküm, ben Arabım, ben Fransız’ım, sözünü kanı değil kültürü söyletir. Bu söylediklerimiz ilmin sözüdür. İlmin sözü ise gerçeğin ifadesidir. Arap ülkelerinde pek çok insan dedelerinin Türk asıllı olduğu söylerler.”Sen nesin?”diye sorunca “ben Mısırlıyım, Cezayirliyim, Arabım, der. Haklıdır. Çünkü o Arap kültüründe yetişmiştir ve Türk kültürüne yabancıdır. Dedesinin Türk asılllı olması ona Türküm dedirmiyor. Fakat içinde büyüdüğü Arap kültürü ona ”ben Arabım” dedirtiyor. Bir de şu hususu belirtmeliyim. Türkiye Türkleri Orta Asya da yaşarken de mongol yüzlü değil düz yüzlü idiler. Bu hususu pek açık bir şekilde gösteren vesikayı Oğuzlarla yayımlamıştır.(s.48,haşiye194).Türkiye Türklerinin gerçek tipini Toros dağlarında yaylaya çıkan Yörükler temsil eder. Mukayese yapmak isteyenler onlar ile yapmalıdır. Sonra, Orta Asya’dakilerin saf olduğu da nasıl söylenebilir.

16.ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, gerek komşuları olan Türkler arasında Alevi inancını taşıyanlar buluna bilirler. Fakat Ömer, Osman Bekir isimleri, onlardan pek çoğunun Sünni olduğunu asla şüphe bırakmıyor. Diğer taraftan az yukarıda belirdiği üzere 5–10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerinin imam, hatip, müezzin muhasıl gibi vazifelileri görülüyor, fakirlere ve müderrislere de sık sık rast geliniyor. Kısaca onlar asla karaca bil bil topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var.  15.Yüzyılın ikinci yarısı ile16.yüzyılın birinci yarısında Âşık’ın dediği gibi “bidin”dinsiz insanlar değil bilakis dindar topluluktur. Bir taraftan Osmanlının Anadolu'nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden kendi kullarına ve kuloğullarına (=yani devşirme zümresine mensup olanlara)vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.

Çepniler Alevi sayılmasının başka nedenleri de vardır. Onların Safevi Şeyhi Cüneyd ve onun torunu ve Safevi Devletinin kurucusu olan Şah İsmail’e olan yakınlıkları bilinmek dedir.14.Yüzyılda Azerbeycan'ın Erdebil şehrinde Safeyeddin Şafii ülkelerine göre kurulan Safevi tarikatının başına geçemeyince Anadolu’ya gelen ve burada başka Halep Türkmenleri, Dulkadırlı ve Üçoklu Oymalarının hemen hemen tamamı olmak üzere diğer Türkmenlerin de birçoğunun kendisine mürid yapan Şeyh Cüneyd'in bu mürütleri arasında Çepniler olduğu gibi, Anadolu'dan topladığı Türkiyeli göçebe ve köylü müritleri ile İran'a giden ve Akkoyunluları yenerek 1501 yılında Safevi devletini kuran torunu Şah İsmail'in de yanında Çepniler vardır. 

Şah İsmail’in Safevi Devleti’ni kurmasından sonra Anadolu’dan İran’a göç eden Türkler arasında Çepniler vardır ve bunların büyük bir kısmı veya tamamı Doğu Karadeniz Çepnileridir.

Çenilerin İran’dan çıkarıldıktan ve Doğu Karadeniz Bölgesine geldikten sonra burada Tirebolu Görele ve Vakfı yörelerine yerleştikleri sayılarının da 100,000 civarında olduğu rivayet edilmektedir.

Osmanlı Turanda da bu bölgede Çepnilerin önceleri Alevi olduklarını sonra Sünnileştiklerini belirtiyor. Mehmet Aşıki(21.Asır)memleketi hakkında güzel bilgiler verirken batı ve güney taraflarının Çepni Türkleri ile meskûn olduğunu ve bu sebeple bu havalideki dağlara “Çepni Dağları” denildiğini henüz basılmamış olan “Menazır’ül Avalim”adlı eserinde yazar.

Trabzon’un güzelliklerini ve meziyetlerini tasvir eder ve överken batıda Rafizi(Alevi)Çepniler doğuda da kısmen Müslüman olmamış Lazlar arasında kaldığından dolayı üzüntülerini belirtir dedikten sonra Birçok göçebeler gibi Alevi olan bu Çepniler zamanla Sünnileşmiş ve Lazlar da tamamen Müslüman olmuştur. Sürmene ve Araklı kazalarında yaşayan Çebi adını taşıyan kalabalık ailelerin de Çepnilerden olduğu anlaşılıyor.

Yavuz Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde “1515-1516”Çepniler yoğun bir şekilde yaşadığı yer “Vilayet-i Çepni” (Çeni yöresi-Çepni yurdu)olarak gösterilmiştir.

Faruk Sümer defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasıdaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepnilerle meskûn olduğunu Trabzon-Torul ve Şalpazarı Vakfıkebir bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtiyor. Coğrafyacı Mehmet Aşık yazdığı Meazirul-Evalim adlı eserde Çepnilerin yoğun olarak yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara Çepni Dağları denildiğini kaydediyor.

Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni beylerine ve onların oğullarına verilmiştir. Beylerin bu nüfusunun daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür.

16. yüzyılın başlarında ekserisi veya tamamı “muaf ve müsellem” yani Türk köylerinden oluşan savaş zamanında atı ve silahı ile savaşa katılan buna karşılık her türlü vergiden muaf olarak toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepnilerinin daha sonra-Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi-müsellemliklerine son verilip “raiyet” yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri görülmektedir.

F.Sümer’e göre bunun sebebi “Devletin bu esnada (1515)geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir. Fakat bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler eskiden olduğu gibi Çepni Bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır. Bu değişim bunu takip eden yıllarda da devam etmiştir. Bu uygulamada aynı dönemde Safevilerin Şeyh Cüneyt’le başlayan oğlu Haydar ve torunu İsmail ile devam eden hatta uzantıları günümüze kadar gelen Anadolu üzerindeki emellerinin önemli payı olmalıdır. Anadolu üzerinde uygulanan devlet politikasının da rol oynadığını söylemek mümkündür. F.Kırzıoğlu ‘nun B.Kütükoğlu’nudan naklettiği bilgilerden bu yüzyılda Anadolu’da oynanan bu oyunu daha iyi anlayabiliyoruz devri için bir nevi beşinci kol diye çok yerinde tanıttığı bu gibi Kızılbaşlık propagandaları için Mühime kayıklarına işaret ettiği çok mühim ikisinin de suretini vermiştir ve(27 Ekim 1577 tarihli I.ve II. Belge)Amasya’dan Musul’a ve Teke’den (Antalya)Trabzon’daki Çepni yurdu Kürtün’e değin Anadolu’yu saran bu gibi Safili/Kızılbaş dostluğu propagandası İran’a yapılan at silah ve mal kaçakçılığı ile Erbil’e taşınan servetler korkunç sayılardı.

18.yüzyılda uğranılan büyük mağlubiyetler sonucunda devlet otoritesi son derecede zayıfladığı için yörelerin idaresi oraların yerlisi olan güçlü şahısların ellerine geçer.

Devlet ilk önce “mütegalibe” ve ”derebeyi” deyip bunları tanımışsa da sonra ayan adını vererek varlıklarını kabul etmiştir. Böylece Türkiye’nin çok bölgelerinde olduğu gibi Karadeniz kıyılarındaki şehir ve kalelerde de ayanlar ortaya çıktı. Bu ayanlar bazıları veya çoğu Çepnilerden idi. Batı’daki ayanlardan ve Tirebolu ‘Görele ve Vafıkebir derebeyleri ile Trabzon’un doğu yörelerindeki derebeyleri arasında kesin ve sürekli mücadeleler vuku bulmuştur. Bu mücadeleler sonucu da kalabalık Çepni toplulukları Sürmene’Of’ve Rize yörelerine yerleştiler. Bu yerleşmeler yerleştikleri yörelerden başka yerlere kayda değer göçlerin yapılmasına sebep oldu.

Geçen yüzyılda Sürmene kazasının”sağ tarafındaki”köylerde Çepniler oturuyor ve vakit vakit komşularını rahatsız ediyorlardı.

Bu yüzyılda Of’un ileri gelenlerinin kendilerini Çepnilerden saydıkları bildiriliyor.

Rize yöresindeki Kara Dere ile diğer üç nahiye Çepniler ile meskûndur.Ünlü haydut Çepni Ali Rize Çenilerinden olup en sonunda 300 kişi toplayarak Rus harbine katılmıştır. Şimdi dahi Rize yöresindeki köyleri ziyaret edenler Çepni adının hala bu köylerde unutulmadığını görürler.

Görülüyor ki, on sekizinci yüzyılda Trabzon’un batısındaki Çepnilerle doğusundaki Lazlar arasında uzun süren kavgalar olmuş.1738’de Çeteci Abdullah Paşa’nın Trabzon valisi olmasına kadar da bu kavgalar devam etmiştir. Çeteleri bastırmaktaki ustalığından ötürü kendisine “Çeteci” lakabı verilen Abdullah Paşa Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni meselesine el koymuş ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı sona erdirmiştir.

Bu ayanlar halk ile hükümet arasındaki işlerde bir nevi aracılık yapar asayişin sağlanması vergilerin alınması askerlerin toplanarak eğitilmesi yiyecek ve donatımın tamamlanarak gönderilmesi gibi işleri yürütürlerdi. Yukarıdaki açıklamalar buların daha sonra bir nevi derebeyi durumuna geldiğini ve birbirleriyle kavgaya tutuştuklarını göstermektedir.

Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Çenilerle ilgili benzer olayları konu alan birçok vesikaya rastlanmıştır. Bunların biri de Görele’deki Çepnilerin yerlerini bırakıp kara ve deniz yollarını kullanarak Trabzon-Giresun arasıdaki bölgede halkın malına ve canına zarar verdikleri belirtildikten sonra bunların tekrar eski yerlerine gönderilmelerini bu tür davranışlarına son verilmesini suçluların da cezalandırılmasını emreden 1145(1732) tarihli fermandır.

Görele’deki bu Çepniler 1732’de Espiye madeni civarında yerleştiler ve sonra tekrar eski yerlerine döndürüldüler.

Çeşitli Türk boylarıyla birlikte Receplü Avşarı’na bağlı Çepniler de Arap eşkiyasına karşı bölgeyi korumak ve ziraatla uğraşmak üzere 1720 de padişah emri ile Harran Ovasına yerleştirilmişlerdir.

Trabzon’da Hıristiyan sipahiler ve onlara tabi olanlar da Anadolu’nun muhtelif yerlerine sürülerek yerlerine Tokat, Samsun, Bafra, Çorum, Amasya gibi bölgeler den getirilen ahaliler yerleştirilmiştir.

Bunlara benzer daha yüzlerce belgenin tarihi kaynaklarda bulunduğu muhakkaktır. Bunların tespitinden sonra tarihi ve sosyolojik açıdan meselenin daha da aydınlanması mümkün olacaktır.

Bir döneme ait bütün belgelerin ele geçirmeden sadece bir-iki belgeden yola çıkarak o devir hakkında karar vermeye çalışmanın doğru bir davranış olmayacağı ve tarihi kaynaklarda rastladığımız birçoğu Çepni Ali’de olduğu gibi şahıslarla ilgili olan bu tür belgelerin araştırmamıza fazla bir katkı sağlayamayacağı da düşünülerek alınmadılar.

Sayıları çok olmasa da Cumhuriyet döneminde yapılan bazı çalışmalarda da konumuzla ilgili bilgilere rastlanılmıştır. Bunların birincisi araştırma alanımızdaki köy sayısıyla ilgilidir. Vakfıkebir’de(Trabzon) yirmi dokuz köy Çepni vardır. Çepnilerin işgal ettiği mıntıka Akhisar Dersinden başlar ve garba doğru uzanır.

İkincisi 1978–1979 yılarında Brent Brendemoen’in Trabzon ağızları üzerine yaptığı çalışmadan elde edilmiştir.

Brendemeon, bizim de araştırma yaptığımız bu sahaya gitmiş ve Sayfançatak köyünden Tepegöz hikâyesini bir varyantını derlemiştir.

Brendemeon’un”Batı Anadolu’da yaşayan az sayıda ve dağılmış vaziyette bulunan Çepnilerin ağız özellikleri ve folklor yönünden diğer yöre halkı ile kaynaşmış görünmekte iken Doğu Karadeniz bölgesinde özellikle Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinin Şalpazarı yöresinde oturan Çepnilerin hem ağız hem folklor itibarı ile komşularından dikkat çekici büyük farklılıklar korumaktadırlar şeklindeki tespitine katılmak mümkün değildir. Ama aynı yazarın Dil verilerimizin Çepnilerin Trabzon yöresinin Türkleştirilmesinde önemli bir rol oynadıkları yolundaki iddiayı destekleyeceğini söylemek doğru olmaz. Çepni ağzı ile diğer Trabzon ağızları arasında farklılıkların benzerliklerden çok olması tam aksine bu iddiayı çürütür şeklindeki kanaatine katılmak ise mümkün değildir. Aslında ağızların farklılığı konusundaki tespit doğrudur. Yörenin diğer yörelerle gösterdiği ağız fakları hemen herkesin anlayabileceği kadar belirgindir. Ama bu veri tek başına Çepnilerin bu bölgedeki Türkleştirme hareketinde önemli rol oynadıkları şeklinde görüşü çürütmez.

Bize göre “Türkleştirme” den kasıt buraların Türk yurdu haline getirilmesidir ki Çepniler bunu bu çalışmanın başından beri ortaya konulan yerli ve yabancı belgelerden de rahatça anlaşılacağı gibi bölgede Osmanlı hâkimiyeti kurulmasından çok önce önemli ölçüde başarmışlardır.

İkinci husus ise Osmalıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır.

Aynı veya birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür.

Ama onların çok önce bu bölgeye gelip yerleşmiş kendilerine has bir yaşama şekli olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı sebebiyle yani gelenekle pek fazla bir alışverişleri olduğu söylenemez.

Ayrıca buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hâkim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi.

Hâlbuki kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz Çepnilerin cesur savaşçı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor. Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz.

Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır. Eğer bugün-hiç değilse bazı bölgelerde-bozulmamış ya da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin daha sonra yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı Sürmene Of Rize gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk boylarıyla kaynaşmışlardır.

Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek daha doğru olacaktır. Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan diğer boyları Çepnileştirmişlerdir. Aksini düşünmek Türk Türkleştirmek demek olur ki bu da geçerli bir görüş olamaz.

Sonuç olarak bütün bu bilgilerden Çepni boyunun Anadolu’ya gelen ilk Türk boyu olduğu Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesine çok büyük katkılarda bulundukları hatta Safevi Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynadıkları anlatılmaktadır.

Batı Anadolu’da İzmir İzmit Adapazarı ve Balıkesir gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi bu bölgede de Asar/Ağasar/Akhisar yöresi olmuştur. Bugün Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gerekseydi eskiden “Çepni Vilayeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu.

Doğu Karadeniz bölgesiyle ilgili resmi kayıtlar 16.yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanmıştır. Bu kayıtların büyük bir kısmı henüz incelenmediği için konumuz olan Çepniler hakkında da çok detaylı ve yeterli tarihi bilgiye sahip olmak mümkün olamamıştır.

Ancak mühimmeler hatt-ı humayunlar kadı sicilleri tahrir defteri ve diğer arşiv vesikaları incelendikçe Çepnilerle ilgili daha doyurucu bilgilere sahip olacağımız muhakkaktır.
                                                        
Katkılarından Dolayı Ali Şükrü AYGÜN, e Teşekkür Ederiz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder