Hekimoğlu Dediğin O da Vuruldu
Cumhuriyet Meydanı Fatsa/ORDU 26 Nisan 1913
Ünlü Eşkıya
Hekimoğlu İbrahim İle İlgili Yeni Bilgiler
Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgelerine dayanarak en
geniş araştırma Ayhan YÜKSEL tarafından yapılmış olup, Türk Kültürü
İncelemeleri Dergisi, sayı 3 (İstanbul 2000), s. 103-114.) de yayınlanmıştır.
Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'nın Yassıtaş Köyü'nden
yoksul bir köylüdür. Hekimoğlu, 1900'lü yıllarda Gürcü Sefer Ağa'nın
değirmeninde çalışmaktadır. Sefer Ağa'nın Fadime adında güzel ve narin bir kızı
vardır. Bir gün Hekimoğlu, Fadime ile konuşurken Fadime'nin nişanlısı olarak
bilinen Gürcü Beyi Seyyid Ağa'nın yeğeni Yusuf onları görür ve konuşmaya başka
bir manâ vererek Hekimoğlu'nu Seyyid Ağa'ya ihbar eder. Seyyid Ağa'nın evine
çağrılan Hekimoğlu, burada kendisini vurmak isleyen Yusuf'u öldürünce dağa
çıkmak zorunda kalır. Seyyid Ağa ile arasındaki husumet daha sonra etnik bir
kavgaya dönüşür. Uzun süre dağlarda dolaşan Hekimoğlu, nihayet müfrezeler ve
Dadyan Arslan'ın takibinden kurtulamayarak öldürülür. Halk tarafından
Hekimoğlu'na ölümü üzerine bir de türkü yakılır.
Hekimoğlu İbrahim, halk muhayyilesinde kahramanlık
destanlarına, türkülere konu olmuş, "eşkıya" tiplemesine/tanımına
Ordu - Fatsa yöresinden verilebilecek anlamlı bir örnektir.
Bugüne kadar Hekimoğlu hakkında yazılanlar bazen
kulaktan dolma bilgilere, bazen de 1961 yılında Amerika'dan gönderildiği
söylenilen bir fotoğrafa dayanmakta, daha da ilginç olarak kendisine yakılan
türküden yola çıkılarak, hayalî bir Hekimoğlu ortaya konulmaktadır.
Hekimoğlu'na ideolojik amaçlı değişik kimlikler verilmeye çalışılması ise pek
çok halk kahramanı için söz konusu olan bir tavırdır1.
Bu incelemede Hekimoğlu İbrahim ile ilgili kısa
biyografik bilgiler ele alınırken, ilk defa kullanılan Osmanlı arşiv
belgelerinin konuya çok değişik boyutlar kazandıran bilgilerine yer
verilmektedir. Hekimoğlu'nun dağa çıkma sebebi hakkındaki resmî makamların
düşünceleri, kanlı bir mücadeleye dönüşen hâdiselerin devlet ve halk tarafından
ne şekilde görüldüğü, onun Hıristiyan olduğuna dair yerel makamların iddiaları,
af talebinin getirdiği gelişmeleri ile Hekimoğlu'nun öldürülmesini
ayrıntılarıyla ve kesinleşen tarihiyle birlikte aktaran bilgileri bunlar
arasındadır.
Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'nın Yassıtaş Köyü'ndendi.
Yassıtaş Köyü, yerli halkın yaşadığı bir Türk köyü idi. Bu ünlü eşkıya hakkında
bir kitap yazmış olan Murat Sertoğlu'nun halk ağzından derlediği ve doğruluğu
genel kabul gören bilgilerine göre Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'da 1900'lü yıllarda
1293 (1876) Harbi muhacirlerinden Gürcü Sefer Ağa'nın değirmeninde çalışır.
Sefer Ağa'nın Fadime adında güzel ve narin bir kızı
vardır. Bir gün Hekimoğlu ile Fadime konuşurken Fadime'nin nişanlısı olarak
bilinen Gürcü beyi Seyyid Ağa'nın yeğeni Yusuf onları görür ve bu konuşmaya
başka bir manâ vererek Hekimoğlu'nu Seyyid Ağa'ya ihbar eder. Bu konuyu
görüşmek için Seyyid Ağa'nın evine çağrılan Hekimoğlu, burada kendisini vurmak
için silâhına davranan Yusuf'u daha atik davranarak öldürür.
Yeğeni öldürülen Seyyid Ağa'nın ve muhacirlerin
kendisinden intikam alacağını bilen Hekimoğlu soluğu dağda alır. Dağa
çıktıktan sonra kendisine
yeğenleri Büyük ve
Küçük Mehmet ile çocukluk arkadaşı Gedik Halil katılır2.
Bir süre sonra Gürcü Seyyid Ağa ile Hekimoğlu'nun
kan davası etnik bir kavgaya dönüştü. Ünye ahalisinden Müderris Yusuf ve on beş
imzalı 2 Kanûn-ı Evvel 1324 (15 Aralık 1908) tarihli, Dahiliye Nezâreti'ne
çekilen telgrafnâmede Hekimoğlu'nun şekaveti yüzünden Gürcüler'le Türkler
arasında meydana gelebilecek bir kanlı çarpışma tehlikesinden
bahsedilmekteydi3. Böylece Hekimoğlu, Gürcü muhacirlerin hasmı durumuna geldi,
Gürcüler'e karşı Türkler'i kollayan ve koruyan bir kişi olarak tanındı4.
Hekimoğlu, kendisini ele geçirmeye çalışan
muhacirlerden Tahmasoğlu Hulusi Ağa'yı da bir çatışma sırasında âdeta
kendisiyle bütünleşen "aynalı martiniyle" tek kurşunla vurarak
öldürünce daha da ünlendi.
Seyyid
Ağa'nın yeğenini öldüren Hekimoğlu'nun muhacirlerin baskısıyla jandarma ve
gönüllüler tarafından takibine çıkıldı ve tenkiline çalışıldı. Ancak, Hekimoğlu
kendisini ele geçirmeye çalışan kuvvetleri epeyce meşgul ederek kendisini
yakalatmamayı uzun süre başardı. Yine genel kabul gören görüşlere göre bunun da
sebebi Hekimoğlu'nun ırza, namusa çok düşkün, ahlâklı bir kimse olması, bir de
kendisine yardım eden ve barınma imkânı veren Türk köylerinin
bulunmasıydı5. Belgelere göre
"Senelerden beri Trabzon ve Sivas Vilâyetleri dâhilinde dolaşarak,
hükûmeti ara sıra işgal ve ahâlîyi dûçâr-ı havf eden" ve bir türlü ele
geçirilemeyen Hekimoğlu İbrahim, hükûmetten af talebinde bulundu.
Sivas Vâlisi Nâzım, Tokat Mutasarrıflığı'na atfen,
bu konuda Dâhiliye Nezâreti'ne çektiği 5 Teşrîn-i Sânî 1325 (18 Kasım 1909)
tarihli telgrafta Hekimoğlu'nun, Ünyeli bir şahıs aracılığıyla Niksar
Kaymakamlığı ile Redîf Binbaşılığı'na bir "varaka" gönderdiğini ve
vilâyet dahilinde bulunan kaza kaymakamlıklarından birine teslim olmak
arzusunda olduğunu bildiriyor, "hukûk-ı şahsiyye" saklı kalmak
isteğiyle birlikte, Hekimoğlu'na teminat verilerek af isteğinin kabulünün uygun
olacağını belirtiyordu6.
Sivas Vilâyeti'nden alınan telgraf üzerine Dâhiliye
Nezâreti'nden Sâdaret'e 9 Teşrîn-i Sânî 1325 (22 Kasım 1909) tarihli bir arz
gönderilerek "şakî-i şehîr" yani meşhur eşkıya Hekimoğlu İbrahim'in
af isteğinin kabulünün uygun olacağı bildirildi ve yapılacak işlem için talimat
istenildi7.
1910 yılına gelindiğinde de Ordu, Fatsa ve Ünye
kazalarında kargaşanın ve bir bakıma anarşinin en üst düzeyde olduğu
anlaşılmaktadır. Muhacir Gürcüler'le, "ahâlî-yi kadîme" olarak
nitelendirilen Türkler arasında kavga şiddetlenerek devam etmekteydi.
Asayişsizliğin hüküm sürdüğü bu kazalardaki durumu bizzat takip ve alınacak
tedbirleri yerinde tespit etmek için vâli bu yöreye gitmiştir.
Yörede
incelemede bulunan Trabzon Vâlisi Mustafa, yerinde tespit ettiği hususları
Fatsa'dan çektiği 4 Kanûn-ı Sânî 1325 (17 Ocak 1910) tarihli bir telgrafla
Dahiliye Nezâreti'ne rapor etti. Trabzon Vâlisi'ne göre, Ordu, Fatsa, Ünye ve
Niksar kazalarında iskân edilen Kafkasya Gürcüleri, eski yurtlarındaki
huylarını, yaşama tarzlarını, âdet ve an'anelerini aynen devam ettirmekte, adam
öldürme, mal gasp etme, meskene tecavüz gibi suçlan burada da işlemekte; etrafa
tecavüzleri gittikçe artmaktaydı.
Türkler'e karşı eskiden beri yaptıkları
sataşmaların sona ermediği cinayet defterlerinin tetkikinden de
anlaşılmaktaydı. Gürcüler'den cinayet işleyenler etnik duygularla komşu
kazalara yerleşen Gürcüler tarafından da himaye görmekte, kendilerine yardım
edilmekteydi. Bu nedenle, Ordu, Fatsa ve Niksar kazalarında tedbir olarak
lüzumu halinde "Çeteler Kanûnu"nun uygulanması gerekmekteydi8.
Ancak, Trabzon Vâlisi'nin bu raporundaki isteği
Dâhiliye Nezâreti'nin 7 Kanûn-ı Sânî 1325 (20 Ocak 1910) tarihli telgraf
müsveddesine göre, "Çeteler Kanûnu"nun her vilâyette uygulanmasının
memlekette asayişin olmadığı anlamına geleceği görüşü dile getirildi ve Ordu,
Fatsa ve Niksar kazalarında da uygulanması talebi "mezkûr kanunun oraca
tatbikini icâb edecek ihtîyâc-ı hakîkî mevcûd olmadığı" gerekçesiyle kabul
görmedi9.
Samsun ve
Trabzon Vâlisi Mustafa imzalı, Dâhiliye Nezâreti'ne çekilen 8 Kanûn-ı Sânî 1325
(21 Ocak 1910) tarihli telgrafta, diğer eşkıyaların10 yanında yine söz konusu
olan Hekimoğlu İbrahim'di ve Sivas Vilâyeti'ne bir yazı yazılarak müfrezelerin
"meşâhir-i eşkıyadan" Hekimoğlu ve avenesinin takibine çıkarıldığı
bildiriliyor. Fatsa'da Adliye Teşkilâtı'nın henüz tam anlamıyla teşekkül
etmediği ve işlerin, yetkileri sınırlı hâkim ve müstantik elinde kalmış olması
sebebiyle, Adliye Teşkilâtı'nın bir an evvel tam anlamıyla icraat yapar hale
getirilmesi gerektiğine işaret ediliyordu11.
Hekimoğlu İbrahim'in af talebinin Sivas Vilâyeti
idarecilerinin gündeminden hiç düşmediği anlaşılmaktadır. Sivas Vâlisi
tarafından Dahiliye Nezâreti'ne çekilen ve Hekimoğlu'nun af isteğinin
bildirildiği telgraftan yedi ay sonra Sivas Vâli Vekili Şûrâ-yi Devlet
Riyâseti'ne 7 Mayıs 1326 (20 Mayıs 1910) tarihli bir mektup göndermiştir.
Burada Hekimoğlu'nun Gürcüler'le arasında meydana
gelen soğukluk yüzünden dağlara çıkmış olduğu, bir takım Gürcü eşkıyasının
sataşmasından rahatsız olan yerli ahali tarafından bu nedenle korunduğu ve
takip müfrezelerine izinin gösterilmediği, bunun için de takiplerden bir netice
alınamadığı belirtiliyor, af kabul edilmediği takdirde Hekimoğlu'nun Trabzon ve
Sivas Vilâyetleri'ne bağlı köylerde dolaşacağı, peşinde dolaşan Gürcü
eşkıyasının da köylerdeki ahaliyi huzursuz edeceği ve zarar vereceği
belirtiliyor, "olunacak mu'amelenin emr u iş'ârı" bekleniyordu12.
Özellikle Niksar ve çevresinde dolaştığı ve asayişi
ihlâl ettiği için Hekimoğlu'nun af edilmesi konusunda ısrarlı olan ve konunun
takipçisi görünen Sivas Vilâyeti, Vâli Mehmed Emîn imzasıyla bu defa 24 Mayıs
1326 (6 Haziran 1910) tarihinde Dâhiliye Nezâreti'ne şifreli bir yazı gönderdi.
Bu şifrede de yine Hekimoğlu'nun Gürcü eşkıyasının sataşmasından rahatsız olan
yerli ahali tarafından korunduğu bildiriliyor, başkaları tarafından
"icrâ-yi şekavet" edilerek yapılan kötülüklerin Hekimoğlu'nun üzerine
atılacağına dikkat çekiliyor, bu yüzden de ahalinin bundan zarar göreceği
belirtiliyordu.
Vâli Mehmed Emîn Tokat'taki incelemeleri sırasında
bu bilgilere ulaşmış ve bunun önlenmesi için Hekimoğlu'nun "emniyet-i
memleket ve ahâlî nâmına afat muvâfık-ı mizâc-ı maslahat" olacağını
yazıyordu13. Ardından Dahiliye Nezâreti de Hekimoğlu'nun affı konusunu 27 Mayıs
1326 (9 Haziran 1910) tarihli arz ile Sadaret Makamı'ndan tekrar sormuştur14.
Nihayet, Hekimoğlu'nun affıyla ilgili olarak
beklenen Şûrâ-yi Devlet kararı ortaya çıktı ve Şûrâ-yi Devlet Reîsi'nin
imzasıyla, 2 Haziran 1326 (15 Haziran 1910) tarihinde Dâhiliye Nezâreti'ne
bildirildi. Buna göre, karar için önce Mülkiye Dairesi'nde Sivas Vilâyeti'nden
alınan tezkire müzakere edilmiş, tezkirede affa esas teşkil edecek izahat
bulunmadığı hükmüne varılmış, daha da önemlisi affın kabulü halinde emsaline
bir bakıma kötü örnek teşkil edeceği, "sû'-i sirayeti mûceb"
gerekçesiyle Hekimoğlu İbrahim'in af talebi kabul edilmemişti15. Şûrâ-yi
Devlet'in bu kararı, Dâhiliye Nezâreti'nden Sivas Vilâyeti'ne 5 Haziran 1326
(18 Haziran 1910) tarihli tahrirat müsveddesinde de belirtilmektedir16.
Hekimoğlu'nu takibe çıkanlardan birisi de Niksar
Jandarma Bölük Kumandanlığı'nda görevli Hacı Nuri Çavuş'tu. Hacı Nuri Çavuş
hakkında Hekimoğlu'nu takip için gittiği köylerde "devr-i istibdâdda"
olduğu gibi halka zulüm ettiği, halktan içmek için içki istediği, ambarlan
boşalttığı şeklinde şikayetler de yer almaktaydı. Halk, "eşkıyalardan zor
ile, vicdansız me'mûrlardan resmen zulüm görmekle artık tahammülsüz hale
geldik" demekteydiler17.
Ancak, Hacı Nuri Çavuş hakkındaki bu iddiayı
hükûmet kabul etmemiştir. Olaya bu cepheden bakıldığında Hacı Nuri Çavuş ve
maiyetindekiler kanun dışı bir harekette bulunmamakta idiler. Bir görüşe göre
böyle bir dedikodu ve şikayet Hekimoğlu'nu korumak, takibi amacından saptırmak
için metropolit vekili Hanyeri Papazı Yorgi Efendi'nin kandırmasıyla Kıllıgeriş
Papazı Konstantin ve Dirama Efendiler tarafından çıkarılmaktaydı. Rum
tebaasından köylüler bu yüzden metropolitin kışkırtmasıyla Hacı Nuri Çavuş'u
şikayet eden dilekçeler vermekteydiler18.
Asıl önemlisi, Niksar kaymakamlığı tarafından
Hekimoğlu hakkında çok önemli bir ithamda bulunulmuştu : Bu da Hekimoğlu'nun
tenassur ettiği, yani din değiştirerek hıristiyan olduğu iddiasıdır. Bu ihbar,
Niksar Kaymakamlığı'nın 9 Teşrîn-i Sânî 1327 (22 Kasım 1911) tarihli
telgrafıyla hükûmet merkezine bildirilmiştir. Telgrafta Hekimoğlu'nun tenassur
edip Hacı Nikola ismini aldığının takibe çıkan müfreze tarafından ele geçirilen
evrakın tetkikinden anlaşıldığı bildirilmektedir.
Hekimoğlu'nun ailesinin Kıllıgeriş Köyü'nde
muhafaza edildiği, eşyasının da köy papazının ve diğer hanelerden çıkarıldığı,
Hekimoğlu'nun bir köylüden takas yoluyla aldığı bir atın da metropolit tarafından
satın alındığına değinilmektedir. Yine telgrafa göre Hekimoğlu'nu ele vermemek
için her türlü yalan ve iftiraya başvuran Kıllıgeriş Köyü'nde Hekimoğlu'nun beş
nüfustan ibaret ailesi de ikamet etmektedir ve Hekimoğlu'nun bir hayli hayvan
ve eşyası müfreze tarafından bulundukları evlerden çıkarılmıştır.
Hekimoğlu'nun din değiştirdiği iddiası hakkında bir
yorum yapılamamakla birlikte Gürcüler'den ve hükûmet kuvvetlerinden saklanmak
için bir Rum köyü olan Kıllıgeriş'te davranışlarını bu yönde ortaya koyduğu
düşünülebilir.
Daha sonra Hekimoğlu'nun izini sürme işinde olay
farklı bir boyuta taşınmıştır. Takipten bir netice alamayan hükûmetin,
Hekimoğlu'nu ortadan kaldırmak için mahkûmlardan bir tetikçi bulduğu
anlaşılmaktadır. Belgeye göre bulunan tetikçi şayet başarılı olursa, yani
Hekimoğlu'nu öldürürse kamu hukuku dolayısıyla aldığı cezadan af edilecekti.
Hekimoğlu'nun bu şartlar dahilinde ortadan kaldırılması için Trabzon Vâlisi
Mehmed Ali imzasıyla Dahiliye Nezâreti'ne 28 Mart 1329 (10 Nisan 1913) tarihli
şifreli bir telgraf çekildi. Bu telgrafta aynen şöyle denilmekteydi :
"Erbâb-ı cürm-i cinayetten olup Sivas,
Trabzon, Samsun sancakları dahilinde pek çok efâl-i şekavet-kârane irtikâp eden
ve senelerden beri ta'kîp edildiği halde der-dest edilemeyen Fatsah Hekimoğlu
nâm şeririn izâle-i vücûdu içün adem-i mahsûs bulunmuş ise de husûl-i
muvaffakiyyât halinde hukûk-ı umûmiyyeden afv edilmek üzere te'mîn edilmesi
lâzım geleceği Jandarma Alay Kumandanhğı'ndan ifâde olunmağla icrâ-yi icâbı ile
neticesinin emr ü iş'ârı ma'rûzdur"19.
Dahiliye Nezâreti, Trabzon vilayetinden aldığı bu
şifreli telgraf üzerine 30 Mart 1329 (12 Nisan 1913)'da Adliye Nezareti'ne
gizli ve acele kaydıyla yazı yazmış ve görüş istemiştir. Ancak, bu konuda ne
tür cevap alındığı ve ne yapıldığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz20.
Bu zamana kadar yayınlanan bütün çalışmalarda
Hekimoğlu'nun 1910 yılında arkadaşı Alanlı Osman ile birlikte vurulduğu
yazılmakta, kaynak olarak da o yıllarda Fatsa'da bulunan Yunanistanlı misyoner
Jan tarafından çekilen ve Fatsa Belediyesi'ne gönderilen fotoğraf gösterilmekte
ise de yayınladığımız belgeler Hekimoğlu'nun bu yıllarda yaşadığını açıkça
göstermektedir.
Murat Sertoğlu'na göre Hekimoğlu, yeğenlerinin
vurulduğu Korgan'ın Tepealan Köyü'nde arkadaşı Gedik Halil ile birlikte
muhtarın ihbarı üzerine takip müfrezesi ve kendilerine katılan Gürcü Dadyan
Arslan21 ve Tahmasoğlu Yusuf tarafından çıkan çatışmada öldürülmüştür22.
Osmanlı arşiv belgeleri bu sayılan rivayetlerin doğru olmadığını, Hekimoğlu'nun
asıl öldürülüş şeklini ve tarihini ortaya koymaktadır.
İlk kez burada yayımlanan, Canik Mutasarrıfı Necmî
imzasıyla Dahiliye Nezareti'ne çekilmiş 14 Nisan 1329 (27 Nisan 1913) tarihli
telgrafa göre, Hekimoğlu 13 Nisan 1329 (26 Nisan 1913) gecesi sekiz saat süren
bir çarpışma sonunda kendi köyü olan Yassıtaş'ta vurularak öldürülmüştür. Canik
mutasarrıfı Necmî, Hekimoğlu'nun ölü olarak ele geçirilişini şöyle
bildirmektedir :
"Niksar, Fatsa, Ordu kazaları dâhilinde
icrâ-yi şekâvet-i vahşiyyât ederek bu havali sekenesini bizar eden ve iki
seneden beri Tokad ve Fatsa müfrezeleri tarafından ta'kîp edilmekte bulunan
şakî Hekimoğlu nâm şeririn üç gün evvel hanesine gelerek ihtîfâ eylemekte
olduğu haber alınmasıyla kuvve-i ta'kîbiyye tarafından abluka edilerek gece
sekiz saat devam eden müsademede şakî'-i merkum ile avenesinden bîrinin
maktûlen der-dest edildiği ve diğer rüfâkasmın da şiddetle ta'kîp edilmekte
bulunduğu Fatsa Kaim-makamhğından iş'âr olmağla berâ-yi ma'lûmat
ma'rûzdur"23.
Belgede Hekimoğlu'nun yanında ölü olarak ele
geçenin Alanlı Osman mı, ya da Gedik Halil mi olduğuna dair bilgi
bulunmamaktadır. Fakat, Hekimoğlu'nun tenkilinde bulunanların Jandarma Süvari
Müfreze Kumandanı Şâkir Onbaşı ile dokuz nefer olduğu yazılıdır. Üç ayı aşkın
bir zamandan beri müfrezeye kılavuzluk ederek Hekimoğlu'nun ele geçirilmesinde
hizmetleri görülenler ise Fatsa'nın Saca24 Köyü'nden Keşişoğulları'ndan Todor
ve Yorika isimli iki şahıstır. Canik mutasarrıflığı, Fatsa Kaymakamlığı'nın
teklifi üzerine Hekimoğlu'nu ölü ele geçiren Şâkir Onbaşı ve dokuz nefer ile
kılavuzluk yapan Todor ve Yorika'nın münasip bir miktar para ile taltifini
Dahiliye Nezâreti'nden talep etmiştir25.
Uzun yıllar Fatsa, Ordu, Tokat, Niksar, Samsun
dağlarında hüküm süren, halk arasında mertliği, yiğitliği ve yardımseverliğiyle
şöhret yapan, yöre halkı "ahâlî-yi kadîme" tarafından sevilen
Hekimoğlu'nun vurularak öldürülmesi üzerine bir türkü yakılmış ve yakılan türkü
dilden dile söylenerek bugüne kadar gelmiş ve radyo repertuarına da
girmiştir26.
Hekimoğlu
Türküsü
Hekimoğlu dediğin bir küçük uşak
Bir o yandan bir bu yana sırmalı fişek
Hekimoğlu'nun anası o kanlı karı
Eridi kalmadı dağların karı
Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım kendi nefsime
Bohça ağaç dibinde kaymak yedin mi
Hulûsi'yi vuran Hekimoğlu odur dedin mi
Gelme Hulûsi gelme vururum seni
Al kanlar içinde koyarım seni
Evlerinin önü arpa sergisi
Hekimoğlu İbrahim ayva sarısı
Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu İbrahim aslan yürekli
Konaklar yaptırdım döşedemedim
Dadyan Arslan ile baş edemedim
Aynalı martinimiz Gürcü seçmesin
Muhacir milleti burdan geçmesin
Ünye Fatsa arası Ordu kuruldu
Hekimoğlu İbrahim o da vuruldu.
/Ayhan YÜKSEL
KAYNAKÇA :
1) Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında bir tür halk
kahramanı sayılan eşkıyalıklarıyla şöhret yapan isimlere bazı yazarlar
tarafından devrimci bir kimlik verilerek işlendikleri görülür. Bu eserler
içinde en ünlüsü Yaşar Kemal'in İnce Memet romanıdır. Kemal Tahir ise bu
anlayışa karşı çıkarak eşkıyanın hırsızdan ayrılmasının, hele ona devrimci bir
tavır verilmesinin doğru olmadığını savunmuştur. Bu görüşle yazdığı Rahmet
Yolları Kesti isimli eseri bu açıdan tartışmalara sebep olmuştur. Bk.
"Eşkıya ve Eşkıyalık", Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (=TDEA),
III, 113; Bu bakış açısı Hekimoğlu için de söz konusudur. Hekimoğlu, ağadan
toprak istemiş, ağa bunu reddedince aralarında bir kavga başlamış, Hekimoğlu
ağayı "kazma küpüsü" ile, yani kazma sapı ile dövmüş ve sonra da dağa
çıkmıştır. Bk. Salih Turhan-Kubilay Dökmetaş-Levent Çelik, Notalanyla
Türkülerimiz ve Hikayeleri, Ankara 1966, s. 145-146; Ayrıca bk. "Hekimoğlu
Derler Benîm Aslıma", Kafkasya Yazıları, sayı: 6 (İlkbahar 1999), s.
61-63.
2) Hekimoğlu'nun hayatıyla ilgili kısa bilgiler
Murat Sertoğlu'nun " Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu, İstanbul 1983"
kitabından özetlenmiştir; Mehmet Bayrak ise Hekimoğlu hakkında ayrıca şu
bilgilere yer vermekledir: Yörede sözü geçen bir Gürcü beyi vardır. Bu Gürcü
beyi Ayşe adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Kız, Gürcü beyini sevmemiş,
Hckîmoğlu'na gönül vermiştir. Bunu duyan bey Hekimoğlu'na düşman olmuş ve
Hekimoğlu'nu hesaplaşmaya çağırmıştır. Buluşma yerinde Hekimoğlu ile beyin
adamları arasında çıkan çatışmadan Hekimoğlu çemberi yararak kurtulmuş, sonunda
da Mehmet adlı iki amca oğlunu yanına alarak dağa çıkmıştır. Çıkış o çıkıştır
ve Hekimoğlu artık dağlardadır. (Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri, Ankara 19S5, s.
173-175)
3) BOA, Dahiliye Nezâreti-İdare (=DH. İD), nr.
124-3/13, lef. 2. Telgrafta imzası bulunan diğer şahıslar şunlardı: Çavuldur
Kadı-zâde Hakkı, Karaman Ağa-zâde Rahmi, Mahir Efendi-zâde Halid, FeyzulJah
Efendi-zâde Rüşdi, Gazi-zâde Şükrü, Hazincdâr-zâde Âsaf, Kadı-zâde Sırrı, Celâl
Efendi-zâde Haşim, Müfti-zâdc Remzi, Sogomoparyan, Kaklidisi, Lcftcryaris,
Ohosinoryan, Hacı Hasan-zâdc İbrahim, Uzun Hacı-zâde Osman.
4) BOA, Dahiliye Nezâreti- Mütcnevvia ( = DH. MTV),
nr. 55/48, lef. 4.
5) Eşkıya, genellikle sarp dağlarda yuvalanırdı. Bu
durumda belli bir gücün desteğine ihtiyaç duyulurdu. Zira, yiyecek temini,
haber alma, lojistik destek gibi uzun süreli faaliyetleri için bu gerekliydi.
Kendilerine bazen köylüler, bazen de bulundukları yörenin zengin ağası yardımcı
olur ve bunlar "yatak" adıyla anılırdı. Yatağı olmayan eşkıyanın uzun
müddet barınması mümkün değildi. Ehl-i örfün halkı ezdiğini gören eşkıya
zulmünü daha arttırırdı. İki ateş arasında kalan köylü tehlikenin daha çok
geldiği eşkıya tarafına meylederdi. Böylece birçok eşkıya grubu taşrada köy
ağalan, şehirlerde ise zabit ve idarecilerle iş birliği içine girerdi. Halk
eşkıyaya para, yiyecek ve barınak vermek zorunda kalırdı. Osmanlı döneminde
eşkıyaya yardım ve yataklık yapan halk "nezir akçesi"ne bağlanarak
para cezasına çarptırılabilirdi. Ek. Mücteba İlgürel, "Osmanlılar'da
Eşkıyalık Hareketleri", Diyanet İslâm Ansiklopedisi (=DİA), XI, 467-468.
6) BOA, Dahiliye Nczâreti-Muhâberât-ı Umûmiye
İdaresi (~DH. MUİ), nr. 36-2/29, lef. 3.
7) BOA, DH. MÜİ. nr. 36-2/29, lef. 4.
8) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/3, lef. 2.
9) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/3, lef. 1.
10) 1910'lu yıllarda Fatsa'da yakalanan eşkıyalar
arasında Balak Mehmed, kayınbiraderi İbrahim, Karakaşoğlu Ahmed, Pelidoğlu
Salih'in isimleri geçmektedir. (BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/11, lef. 2).
11) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/11, lef. 3.
12) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 11.
13) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 8.
14) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 7.
15) BOA, DH. MUI. nr. 36-2/29, lef. 12. Kararda
"...istîmâmn adem-i kabulü halinde Sivas ve Trabzon vilayetlerine merbut
karyelerde dolaşacağı cihetle merkûm ile pîşinde bulunan Gürel eşkıyasının
ahâlîyi ızrar ve hükümeti işgal edeceği gösterilmiş ise de merkumun kabûl-i
istîmâm emsaline sû'-i sirayeti mûceb olacağı melhuz bulunmuş olduğundan
vesâit-i hükümetin sûret-i müessirede tatbik ve ifasıyla emr-i istîsâli
zımnında valî-i lahika tebligat icrası hususunun savb-ı âlîlerine iş'ân ifâde
kılınmış ve evrâk-ı mezkûre leffen irsal kılınmış olmağla ifâ-yî muktezâsma
himem-i aliyye-i nezâret-penâhîleri masruf buyrulmak babında emr ü ferman
hâzret-i men lehü'l-emrindir" denilmektedir.
16) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 10.
17) BOA, DH. MTV. nr. 22-1/55, lef. 4.
18) BOA, DH. MTV. nr. 22-1/51, lef. 5.
19) BOA, DH.H. nr. 68/21, lef. 2.
20) BOA, DH.H. nr. 68/21, lef. 1.
21) Trabzon Vâlisi Mustafa imzalı 6 Nisan 1325 (19
Nisan 1909) tarihli, Dahiliye Nezareti'ne çekilen telgrafta Dadyan Arslan
"âsâyiş-i mahalliyeyi ihlâl edenlerden" biri olarak gösterilmektedir.
(BOA, DH.MUİ. nr. 17-4/11, lef. 4).
22) M. Sertoğlu, aym eser, s. 142; M. Bayrak,
kaynak göstermeden Hekimoğlu'nun amca oğlunun öldürüldüğü Çitlice Köyü'nde
vurulduğunu yazıyor. Bayrak'a göre Hekimoğlu Çitlice Köyü'nde muhtarın evine
gidiyor. Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor ise de gerçekte beyin adamıdır
ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim, adamlarından biri aracılığıyla ihbarda
bulunuyor ve Hekimoğlu muhtarın oyunu yüzünden jandarmalar tarafından
kıstırılıyor. Büyük bir çatışma çıkıyor ve Hekimoğlu bir rivayete göre çemberi
yarıyorsa da fazla uzaklaşamadan aldığı yaralar yüzünden ölüyor. Bir başka
rivayete göre ise Hekimoğlu, Ordu'ya kadar gelebiliyorsa da karnından aldığı
yaralar yüzünden burada ölüyor. Türküde Çitlice muhtarından "Çitlice
muhtarı puşttur pezevenk/Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek" diye söz
edilmektedir (M. Bayrak, aynı eser, s. 174).
23) BOA, D//. MTV, m. 55/48, lef. 2.
24) Metinde Saca olarak geçen bu köy bugün de
varolan Sayaca köyü olmalıdır. (BOA, DH. MTV, nr. 55/48, lef. 5).
25) BOA, DH. MTV. nr. 55/48, lef. 1,3, 4, 5.
26) Ümit Tokcan'ın Kadir İnanır'dan derlediği
Hekimoğlu Türküsü'nü, Tuncer İnan notaya almıştır. (TRT Repertuar no. 110).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder