Ahmet SEVEN'in Kaleminden.
Dünya aynı yüzyıl içerisinde iki büyük harp yaşamış
birçok ülke felaket derecesinde ekonomik bunalımlara sürüklenmişti. Türkiye
Cumhuriyeti Kurtuluş savaşından çıkmış, toparlanma süreci yaşıyordu. Doğu bloku
ülkeleri sancı içerisindeydi. Yokluk yoksulluk ciddi boyutlara ulaşmıştı...
Anadolu insanı tarihin bu zorlu günlerinde yanık yüreğine su serpecek bir yiğit
arıyordu.
Hakikat şu ki; Kahramanlar zor zamanlarda ortaya
çıkıyordu. İşte böyle bir zamanda bir Anadolu yiğidi çayırlardan fırlayıp
milletlerarası minderlere uzanıyor, Milletine yüz görümlüğü gibi şampiyonluklar
hediye ediyordu. Bayrağımız göndere çekilirken ulusların gözleri ona takılıyor,
defalarca dinletilen İstiklal Marşımız
silinmemek üzere hafızalara kazınıyordu. Çileli Anadolu halkı elinden geldiği
kadar bu şampiyonu takip ediyor, ona bir
kahraman gibi methiyeler yağdırıyor, zaferden dönen orduyu hümayunu karşılar
gibi güreş kafilesine karşılama yapıyor, alıp bağırlarına basıyorlardı.
Kabına sığmayan bu Anadolu yiğidi, önüne kim
gelirse gelsin birkaç dakika içerisinde sırtını minderlere yapıştırarak tuş
ediyor, hem batı'da hem de doğu'da olmak üzere
'Türk gibi kuvvetli" sözünü zirveye taşıyordu. Onun şampiyonluklar
kazandığını duyan çiftçi ertesi gün tarlasına kazmasını daha bir iştiyakle
vuruyor, esnaf dükkanını heyecanla açıyor, işçi-memur görevine aşkla
sarılıyordu. Yediden yetmişe herkes ümitsizlik perdesini yırtıyor, 'Yenilmek ve
yılmak' kelimelerini lügatlerinden çıkarıp atıyor, işte biz buyuz diyordu. Onu
analar çocuklarına ninniyle, babalar da övgüyle anlatıyordu.
Yeni doğan çocuklarının adını Yaşar koyarak hem bu
yiğidi örnek almalarını, hem de zaferin unutulmamasını istiyorlardı. Okullara,
spor salonlarına, üniversitelere, mahalle, cadde ve sokaklara, turnuvalara
adının verilmesi belki de bu yüzdendi. O
günden bugüne hiç bir sporcuya böyle bir sevgi nasip olmamış, böylesine içten
sahip çıkılmamıştı. Halk onu aileden biri olarak görüyor, kişiliği, yaşantısı, güzel ahlakı,
milli-manevi şuur ve duruşuyla evlerinin en güzel köşesine yakıştırıyorlardı.
Fatih Sultan Mehmedin İstanbul'u fethiyle
'ortaçağ'ı kapatıp 'yeniçağ’ı açması gibi, Yaşar Doğu'da güreş tarihimizde yeni
bir dönemin açılmasına sebep olmuştu. Açtığı çığırdan gidenler 1970'lere kadar
başarılarını sürdürüp, yurda şampiyonluk kazanarak dönmüşlerdi. Aynı zamanda
her biri örnek kişilikleriyle toplum içerisinde haklı olarak itibar
görmüşlerdi.
Kendi döneminde spor yapan güreşçilere abilik ve
hocalık yapmıştı. Güreş hayatını avuçlarına alan bu büyük spor adamı, sağlık
sorunları yaşamasına rağmen kendi hayatını hiçe sayarak dava bildiği güreşe
hizmetten geri durmamıştır. 15 Aralık 1955'te İsveç'te geçirdiği ilk kalp
krizinden sonra doktorları artık güreşmek ve güreşçi yetiştirmek şöyle dursun
güreş seyretmeniz bile uygun değil deseler de,
08 Ocak 1961 günü geçirdiği ikinci kalp kriziyle hayata veda edinceye kadar
inandığı yolda yürümüş, onlarca şampiyon güreşçi yetiştirerek Türk Milletine
armağan etmiştir. 1956 Melbourne ve 1960 Roma Olimpiyatlarında yalnız
bırakmadığı talebeleriyle şampiyonluklara koşmuş, onların tarih yazmasına sebep
olmuştur.
Onunla birlikte güreş yalnız bir spor dalı olarak
görülmekten çıkmış, yeniden irfan mektebi kimliği kazanmıştı. Güreş ocağını
Pehlivan Tekkesi bilen Yaşar Doğu bu kapının bir anlamda Yunus Emre'si
olmuştur. Tıpkı o da Yunus gibi düşünerek güreş'e eğri şeylerin girmesine karşı
çıkmış, bir nefer gibi hayatı boyunca bunun mücadelesini vermiştir. Milletin
gönlünde varolan güreş sevgisini bir devin yeniden uyanışı gibi yalnız
uyandırmakla kalmamış, aynı zamanda onu
milli ve manevi şuurla da mayalayarak beslemiştir. Uluslararası şampiyonalarda daima birincilik
kürsülerine çıkarak bayrağımızın defalarca göndere çekilip, İstiklal Marşımızın
ezberletircesine okutulduğunu görünce bu mayanın nasıl tuttuğunu daha iyi
anlıyoruz.
Yaşar Doğu'nun güreşimize kattığı tekniklerle
birlikte kazandırdığı ruhu da iyi anlamalı, akademik seviyede inceleyip
tespitler yapmalı ve yetişen güreşçilere aşılamalıdır. Güreşin bu dava adamının atasporumuza kazandırmak
istediği irfan yeniden keşfedilmeli, spor akademilerinde Yaşar Doğu Kürsüleri
kurulup ondan daha fazla yararlanma yollarına gidilmelidir.
Eğitim ve öğretimde insanlar verilen tavsiyelerin
yanısıra bunun canlı örneklerini de görmek ister. Teorinin pratiğe geçişinde bu
canlı örnekler önemli yeri tutar. Yaşar Doğu bu anlamda yalnız spor camiasının
değil, yeni yetişen gençliğin de örnek alabileceği ender isimlerden birisidir.
Çaresizliklerden çare çıkarmasını bilen, hiç bir şartta kötü alışkanlıklara tevessül
etmeyip güzel ahlaktan ödün vermeyen,
hayatını milletinin yarınlarına vakfeden vatan, millet ve bayrak
sevdalısı bu insandan alınacak daha çok dersler vardır.
Kuşkusuz o güreşimizin şampiyon temsilcisi
olmasının yanısıra, güreş sporunun bir dava adamı, efendisi, bilgesi ve
mürşididir. Aynı zamanda minderlerin muhteşem hatibidir de. Onun kürsüsü
minderdir. Dünyanın en etkili hatiplerinin saatlerce anlatamadıklarını o birkaç
saniye içerisinde minderlerde anlatabilmektedir.
"Millet
Yaşar Doğu'nun kazandığı zaferle beslenmiştir. Milletlere reklâmların veya
nazariyelerin dili ile değil, eser ve hadiselerin lisanıyla seslenmelidir.
Mesela, Türk Milletine, bütün milletlerin aslında Türk olduklarını bütün eski
medeniyetlerin bizim medeniyetimizden başka bir şey olmadığını yahut bütün
dillerin Türk dilinden türediğini anlatan ciltler dolusu konferanslar
verirseniz; Bu milleti, bir Yaşar Doğu'nun kazandığı zafer kadar Türk'ün büyük
ve asil kudretine inandıramazsınız. Çünkü bu ikincisi, hissi bir tez veya ilmi bir
nazariye değil, tanınmış dünya pehlivanlarının sırtını üç dakikada yere getiren
hakikattir" (Kültür Köprüsü-Kubbealtı Neşriyatı-1985)
Milletinin örnek aldığı, gençliğin kahraman gözüyle
gördüğü bu büyük spor adamı için ardından yazılıp söylenenler ancak deryadan
sıçrayan birkaç damla niteliğindedir.
"Gençliğin kahramanlarıydılar. Eş dost bir
arada heyecanla takip ettiğimiz o olimpiyatlar gençliğimin unutulmazları
arasındadır. Yaşar Doğu, Celal Atik, Gazanfer Bilge, Nasuh Akar ve diğerleri
bizim neslimizin kahramanları olmuştu?" (Hicran Göze-Kadıköylü Yıllarım:
Çocukluk ve gençlik hatıralarım–1976)
Mitoloji kahramanı değildi fakat mitoloji kahramanı
gibi, olmaz denileni gerçekleştiriyordu.
Nitekim sahip olduğu efsane gücün masal kitaplarında da yerini almış
olması bu düşüncemizi kuvvetlendirmektedir.
"Az
gititk uz gittik, dağ ova düz gittik. Derelerden yel gibi tepelerden sel gibi,
Yaşar Doğu pehlivan gibi gide gide bir iğne deliği kadar yol gittik?"
(Mehmet Başaran-Aç kapıyı bezirgan başı- Evrensel Çocuk
Kitaplığı-İstanbul-2003)
Şahsında topladığı ağırbaşlı, alçak gönüllü,
vakarlı, cesur, yiğit ve yardımsever tavırlarıyla öne çıkan Yaşar Doğu hem
bileğine, hem de yüreğine karşı kuvvetliydi. Gözü pekti. Samimi ve dürüsttü.
Özüyle sözü birdi. Yalanı ve riyası yoktu. Dinine bağlılık, ona kuvvet ve güven kazandırmıştı. Haksızlık
karşısında susmaz susanları da sevmezdi. Çok konuşmaz fakat konuşunca yerinde
konuşurdu. Muhatapları onun her sözünü dikkatle dinler, yerine getirmiş olmanın
sevincini yaşardı.
Yakın Güreş tarihimizi tahlil edenlerin Yaşar
Doğu'dan evvel ve Yaşar Doğu'dan sonra diye iki bölümde inceleme yapmaları çok
doğrudur. Yaşar Doğu'nun minderlere çıktığı yıllar bir anda Türk Güreşinin de
altın yılları haline gelmişti. O sahip
olduğu yetenek, kişilik ve ruhla rakiplerini birer birer devirirken güreşte
yeni bir devrin başlangıcının da müjdesini vermişti.
Her Milletin gücünü temsil eden efsanevi
kahramanları vardır. Türk Milletinin Efsane Güreşçisi 'de kuşkusuz Yaşar
Doğu'dur. Kısa sürede tuşa getirip yendiği rakiplerinden sadece birisi olan
1948 Londra Olimpiyatlarında Yaşar Doğu'nun tuşla yendiği Avustralyalı güreşçi
Richard Edward Gerrard'ın '?Böylesine müthiş bir güreşçiye yenilmiş olmak
insana üzüntü değil, keyif vermeliydi. Ben, yaşantım boyunca Yaşar Doğu'ya
yenilmiş olmanın, hem de finalde yenilmiş olmanın keyfini yaşadım. Başkalarını
bilemem?' diyerek söylediği sözler acaba kaç pehlivana nasip olmuştu?
Geniş
kitleler tarafından takdir edilen bir insan hakkında taşınan düşünceleri kendi
dışındakilere de anlatabilme arzusu insanın fıtratında vardır. Bu satırları
kaleme alırken yaşadığım tarifsiz duygu ve heyecanı anlatabilmem elbette mümkün
değildir. Kitabın objektifliğini göz
önünde bulundurarak mümkün olduğu kadar satırlara yansıtmamaya dikkat
ettim.
Tahminen 2001 senesiydi. Bir arkadaşım Yaşar
Doğu'nun Kavak/Emirli Köyündeki evini ziyaret edip etmediğimi sormuş, kendisine
hayır cevabı verince; 'Ne olur hemen git evi gör ve kaleme al. Bu eve sahip
çıkın?' demişti. Bu talebin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra oraya gittim.
Evin hali içler acısıydı. Sanki Yaşar Doğu'nun aziz hatırasına yıkılmamak için
direniyordu. Lisanı hal ile; ' Sırtı yere gelmemiş bir pehlivanın yaşadığı evin
de sırtı yere gelmemeli' der gibiydi.
Ülkemizin birçok yerinden güreşçi kafilesi veya kişiler
gelip ziyaret ediyor, gördükleri manzara karşısında üzülüyorlardı. Tabi ki
bundan son derece mahcup olanların başında da köy halkı geliyordu. Bunu bana zamanın muhtarı anlattığında ben de
etkilenmiştim. Köy muhtarı ve Yaşar Doğu'yu çocukluğundan beri tanıyan
arkadaşlarıyla yaptığım görüşmelerden sonra kısa aralıklarla bu mevzuyu kaleme
aldım. Basının da yoğun ilgisi oldu. Bu tarihten sonra da defaetle ziyaretlerde
bulundum. İlgili ortamlarda dile getirmeye çalıştım.
Aradan geçen zaman içerisinde ev restore edilerek
çevre düzenlemesiyle birlikte Yaşar Doğu Müzesi olarak hazırlandı. Bu Müze'nin
güreş camiamıza anlamlı bir değer katacağına inanıyor, emek verip katkıda
bulunanlara buradan teşekkür ediyorum.
Muhtemelen 15 senedir başta Yaşar Doğu'nun kıymetli
oğlu dost insan Prof. Dr. Gazanfer Doğu ile görüşmelerimizde görsel ve yazılı
olarak röportajlarımız olmuştu. Bu görüşmelerdeki söyleşilere de yer vermeye
çalıştığım kitabın hazırlanmasında kendisinden hem fikren hem de kaynak olarak
önemli ölçüde yardımlarını gördüm. Yaşar Doğu'nun diğer oğlu Muzaffer Doğu,
Kızı Reyhan Doğu Yüksel'de öyle. Kısaca Yaşar Doğu ailesi candan samimi
insanlar? Babalarının aziz hatırasına saygıda kusur etmemek için uğraş veriyorlar.
Kendileriyle uzun yıllara dayanan tanışıklık ve dostluğumuzun da verdiği
güvenden kaynaklanan cesaretle kalemim satırlara dokundu ve bu kitap fikri işte
böyle gelişmiş oldu.
Yaşar Doğu'nun vefatının ardından geçen birkaç
günlük süre sonunda evlerine gelen ve kendisini gazeteci olarak tanıtan bir
kişinin albüm hazırlamak gerekçesiyle geçici olarak hatıralarını, günlüklerini
eşyalarıyla birlikte alıp götürmesi ve bir daha da bu kişiden haber alınamaması
nedeniyle büyük üzüntü yaşanmıştı. Bu hatıraların bugüne kadar hala
bulunamayışından Yaşar Doğu'nun hayatının tam olarak aktarılamamasının yanısıra
Türk Güreşinin de büyük kayıbı olmuştur.
Yaşar Doğu'nun büyük kızı Reyhan Doğu Yüksel 'le
yaptığım görüşme'de (18.08.2015)
"Kaybolan günlük ve hatıralar konusunda hala ümidimi yitirmedim.
Evimize gelerek hatıraları alan gazetecinin yakınları veya onu tanıyanlar varsa
ve eğer bir gün bu hatıralara rastlarlarsa Türk Milleti adına getirip teslim
edeceklerini ümit ediyorum" demişti..
Doğu ailesinin bütün fertlerinin kaybolan
hatıraların hala gelebileceği ümidi ile yaşadığını biliyor ve şahsen ben de bir
gün bulunup günyüzüne çıkacağı ümidini taşıyorum. Zira Yaşar Doğu'nun vefatına
kadar hayatının her noktasını kaleme aldığı, günlük tutarak, gazete küpurlarını
biriktirdiği, fotoğraf ve belgelerinin titizlikle arşivini yapmış olmasından
endişem yoktur. Fakat olan olmuştur. Önemli olan mevcut şartlar içerisinde bir
bütünü yeniden inşa edebilmektir.
Yaşar Doğu'nun mindere çıkmadan evvel iki rekat
namaz kılıp ardından yaptığı duada; "Allahım beni dostuma ve düşmanıma
karşı mahcup eyleme. Yüzümü ak eyle' dediği gibi iki rekat namaz kılıp,
yaptığım duada aynı ifadeleri temenni ettikten sonra kalemi elime alıp kitabın
ilk kelimesine böyle başlamış bulunmanın manevi huzuru içerisinde olduğumu
ifade etmeden geçmemeliyim.
Türk Güreşinin ma'kus talihini yenen, her haliyle
bir ahlak abidesi olan bir kahramanın hayatını kitap haline getirebilmek büyük
çaba isteyen bir iş. Onun yüksek şahsiyeti ve sevenlerinin aslında çok daha
değerli şeyleri hak ettiklerini biliyorum.
Dörtbaşı mamur bir kitap hazırlayabilme arzusuyla hareket edip elimizde
olmayan sebeplerle kitabın eksik kalan yanları da olabilirdi. Ancak bardağın
dolu tarafına bakılacağı ümidiyle hareket edilmeliydi. Birikimleri
değerlendirmemek haksızlık olurdu. ...Ve yıllar içerisinde samimi bir çaba ile
yoğrulup harmanlanan bu kitap ortaya çıktı.
/Ahmet Seven
02.04.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder