ÖZET
Düşünce tarihimizde batıcı fikirleri
ile yer alan ve Jön-Türk hareketinin ideologlarından biri olan Abdullah Cevdet,
1912 Ekim’inde bir hafta kadar süren bir Karadeniz seyahatine çıkmıştır. Bu
seyahatinde İnebolu’dan başlayarak Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon’a kadar uğradığı
yerler hakkındaki görüş ve incelemeleri ile birlikte karşılaştığı olayları
İctihad Dergisi’nin 67, 69 ve 70. sayılarında Haziran-Temmuz 1913 tarihlerinde
yayınlamıştır. Abdullah Cevdet’in notları bölgeye dair demografik, idarî,
mülkî, askerî, coğrafî, sıhhî, ekonomik bilgiler vermekle birlikte eğitim
kurumları hakkında da bilgiler içermektedir.
Bu çalışma Dr. Abdullah Cevdet’in
Balkan Savaşı sürecinde ve 1. Dünya Savaşı arifesinde bölgeye dair verdiği
resmî-gayri resmî bilgiler ve izlenimlerini kapsamaktadır. Bu seyahat notları
şehir tarihçiliği açısından ve batıcı düşünceye sahip bir Osmanlı aydınının
bölgeye ait izlenimlerini değerlendirmek bakımından önem arz etmektedir.
Yolculuklarının Başlaması ve Abdullah Cevdet’in Vapurdaki İzlenimleri
11 Ekim 1912’de Abdullah Cevdet ile
Çarsancak kasabası kaymakamı Mehmed Şükrü Bey Loyd Kumpanyası’nın Galiçya
Vapuru’yla Trabzon’a doğru yola çıkarlar. Abdullah Cevdet’in ilk dikkat çektiği
husus vapurdaki bazı Osmanlı zabitlerinin halk ile beraber yolculuk yapmasıdır.
Bu durumu vapurda bulunan erkân-ı harp miralaylarından askerî muharrir Senai
Bey’e şikâyet ederek güvertedeki askerler arasında binbaşıların da olduğunu
ilave eder. Senai Bey ise bunlara ikinci ve birinci kamara bileti almak üzere
harcırah verildiğini, hükümetin hiçbir kusuru olmadığını “bunların terbiyeden,
izzet-i nefisten mahrumiyetleri, zabitlik ve askerlik haysiyeti nedir
bilmemeleri” böyle davranmalarına sebep olmaktadır cevabını verir. Abdullah
Cevdet’e göre hükümetin sadece zabitlere değil ailelerine de harcırah vermesi
bir cömertlik örneğidir. Onun önerisi ise bunlara para vermek yerine bilet alınması
ya da kumpanyalara bilgi verilerek zabitan ve aileleri için güverte bileti
kesmemeleri uyarısında bulunulmasıdır.
Vapur gayet kalabalıktır. Abdullah
Cevdet bu durumdan yararlanıp her sınıftan yolcularla konuşarak onların
askerlik, hükümet, ticaret, Avrupa, medeniyet gibi konularda fikirlerini
dinleme olanağı bulur. Bunlar içerisinde özellikle Hasan Ağa isimli Rizeli bir
muhallebiciyi zikretmektedir. Onun düşüncelerinden övgüyle bahsederek şu
şekilde anlatır:
“Konuşduğum
güverte yolcuları içinde, Beykoz’da muhallebicilik iden Rizeli Hasan Ağa, bence
mühim bir mevzu-ı tetebbu teşkîl itdi. Tıknaz, fakirâne fakat tertemiz
giyinmiş, başı abaniye sarıklı bu adam akl-ı selimindeki şiddetle beni teshir
itdi. Kalınca bir boyun üzerinde kemikli bir kafanın, sevimli bir çehrenin
üzerinde yanan o iki siyah göz hala hayalimdedir. Garib bir tesadüfdür. Buraya
kayd itmek münasib olmayan muhaverelerimizde, elifba bile okumamış olan Hasan
Ağa’nın gösterdiği fetânet ve akl-ı selim, Fatsalı ve ulemadan Ali Hoca’nın
vaz‘ suretinde neşr itdiği sehif ve muzır fikirler önünde pek parlak bir tezad teşkîl
idiyordu. Bedii okumuş, beyan okumuş mezun olmuş, Ayasofya Camii Şerifinde vaz‘
itmek salâhiyetine, Bâb-ı Meşihat canibinden mazhâr idilmiş bu imameli kafa,
muhallebici Hasan Ağa’nın hiçbir ta’lîm ile hiçbir terbiye-i hariciye ile ihlâl
ve ifsad idilmeyen akl-ı selimine gışyan aver oluyordu. Hasan Ağa diyordu: Ben
okumadım fakat iki oğlumu okutuyorum. Otuz üç yaşındayım, kırka kadar vakit
var, altmışından sonra okuyub yazmak öğrenub ağalıkdan efendiliğe çıkan bir
hemşehriyi bilirim. Oğullarımın mekteb parasından ziyâde bir de kendim için mekteb
parası yetişdiremeyeceğim. Fakat bir sene sonra büyük oğlumbenim hocam olacak
onlar bana okuyub yazmayı ve diğer lazım olan
ilimleri
öğreteceklerdir. Sıladan döndükden sonra, bir madmazel var ona ayda üç mecidiye
vereceğim, oğullarıma Fransızca da öğretecek.
Netîce:
Bizim birçok müessesat-ı ilmiyemiz şuur-ı tabiinin derecesini alçaltıyor ve
akl-ı selimi ihlâl idiyor”.
(
Abdullah Cevdet, “Seyahat Notaları”, İctihad, 23 Mayıs 1329/30 Mayıs 1329, 4.
Sene, Sayı 67, s.1459-1461.)
(…)
SAMSUN
Hareket gününden iki gün sonra sabah
Samsun’a ulaşılır. İlk iş hükümet konağını ve mutasarrıfı görmek olur. Hükümet
konağına giderlerken çarşının içinden çıktıklarında caddenin iki tarafında boş,
ağaçlı, yolun her iki tarafında yüksekçe duvarla ayrılmış bir saha görürler.
Abdullah Cevdet burası için millet bahçesi olması lazım gelir diyerek
sevindiğini ancak daha sonra İslam Kabristanı ibaresini okuduğunu
söylemektedir. Abdullah Cevdet hükümet konağına varıncaya kadar yollarda gördükleri
çamur bataklıklara dikkat çeker. Bundan bir buçuk iki ay önce bulunduğu
Bulgaristan’ın Filibe şehrinde güzel bir belediye bahçesi olduğundan bahseder.
Orada bulunduğu sırada Müslümanların misafiri olduğunu ifade ederek buranın
hikâyesini kendisine anlatıldığı şekilde nakleder:
“Burası Müslüman Mezarlığı idi. Bulgaristan teşkîl
itdiği vakit iki bin lira mukabilinde bu mezarlığı belediyeye satmalarını
Müslümanlara teklif itmişler. Müslümanlar kabûl itmemiş. A canım sizin
şeriatınızca nakl-i kubur caizdir. A’zamı nakl itmeyi şehrin haricinde size bir
mezarlık yapmayı da deruhde ideriz, dimişler. Müslümanlar kabûl itmemekde ısrar
itmişler. Aradan bir iki ay geçdikden sonra bir Rus Generali Bulgaristan’da bazı
tensikat ve teşkilat icrasına me’mûr olarak gelmiş. Elinde kırbaç olduğu halde
Müslümanların eşrâf ve izzesini toplamış, mezarlığa doldurmuş, haydi bakalım
kırın şu taşları, demiş. Taşları bu Müslümanlara kırdırmış, arkalarıyla taşıdub
taşları satmış ve Müslümanlara da bir para vermemiş. Samsun’un bu vasi’
mezarlığı, ortasından geçen bu caddede yürürken bu hikâye-i elime hatırıma
geldi ve gayr-i şuurî bir heyecanla Ebu’l-Alâ el-Ma’arrî’nin
“Ey dost, bizim kabirlerimizdir bu ovayı dolduran,
Âd kavmi zamanından kalan kabirler nerede?” beyti dudaklarım üzerinde dolaştı.”
Samsun Mekteb-i İdadisi
Abdullah
Cevdet, Mekteb-i İdadi’de 3 yılı rüşdiye, 2 yılı idadi olarak eğitim
yapıldığını, 180 öğrencisi bulunduğunu bunların 7’sinin Hristiyan olduğunu
ifade etmektedir. Ayrıca evvelki yıl 18 Hristiyan olduğunu, Rum ve Ermeni
Hristiyan öğrencilerin her yıl azaldığından bahsetmektedir. Bunun sebebini ise
Hristiyan okullarının Müslüman okullarının üstünde olmasına bağlamaktadır.
Abdullah
Cevdet, idadi ile ilgili bilgiler yanında diğer eğitim kurumları hakkında şu
bilgileri vermektedir: 5 mekteb-i ibtidai vardır, masraflarını mahalli maarif
komisyonu temin etmektedir. Her okulun ortalama 150 öğrencisi, 4 muallimi,
birer mubassırı, birer hizmetlisi vardır. İki inas rüşdiyesi ve iki ana mektebi
bulunmaktadır ve bunların tamamı mektep olarak yapılmıştır. Maarif komisyonunun
geliri yıllık 1200 lira civarındadır. Komisyonun 2 tütün deposu bulunmaktadır.
Her birinin 150 lira yıllık kira geliri vardır. Maarife ait 12 dükkân, birkaç
ev, 2 gazino mevcuttur. Maarif müfettişi Alaeddin Bey isminde bir zattır ve
3000 kuruş maaş almaktadır. Harcırah ve yevmiye yokluğu görevlilerin
vazifelerini yerine getirmelerini zorlaştırmaktadır.
Samsun’da Matbuat
Abdullah
Cevdet, Samsun’da başlıca iki gazete olarak Doğru Ses ve Aks-ı Sada’yı
zikretmektedir. Ayrıca ziyaret ettikleri 3-4 matbaa içerisinde en mühim ve
muntazamının Nemlizade ailesinden biri tarafından kurulan Şems Matbaası
olduğunu belirtmektedir. Doğru Ses burada çıkmaktadır. Aks-ı Sada’nın ayrı
matbaası bulunmaktadır. Her iki matbaanın da motorla çalışmakta ve yeni sistem
makinelerle donatılmış olduğunu söyleyen Abdullah Cevdet, gazetelerin ilmi ve
edebi içerikleri olmadığından, hep fırka ve siyaset haberleri bulunduğundan
şikâyetle, her iki gazetenin muharrirlerinden ahaliyi aydınlatmak, irşâd etmek
amacını gütmelerini rica ettiğini belirtmektedir.
Samsun’u Rumlar Satın Alıyor
Samsun’da
göze çarpan en muazzam iki binanın da Rumlara ait olduğunu ifade eden Abdullah
Cevdet, bunlardan birinin 250 yataklı bir Rum hastahanesi, diğerinin mükemmel
bir Rum mektebi olduğunu belirtir. Ayrıca Samsun’da Rumların mahallesinin
şehrin sol kısmında ve en havadar yerinde olduğunu söyleyerek “Atina’nın bir
parçası Samsun’a nakl olunmuş zan olunur” ifadelerini kullanır.
Abdullah
Cevdet, Samsun’da tapu kayıtları üzerinden emlak alım satımlarının yüzde
seksenini Müslümanlar tarafından satılan ve Rumlar Samsun’un kadim ahalisinin
tümünün kayıkçı ve bahçıvan olduğunu söyleyerek tüccarın da büyük kısmının
Trabzonlu Rizeli, Kayserili Rumlar ve Sivaslı Ermeniler olduğunu
belirtmektedir. Abdullah Cevdet, arsalar ve arazinin süratle Hristiyanlara
geçmekte olduğunu beyanla ekseriyetin Rumlarda olduğunu, Müslümanların Kavak
nahiyesi sayesinde, çoğunluk teşkil edebildiğini ifade etmektedir.
Samsun’un Nüfusu
Samsun şehir merkezine dair verdiği
bilgiler şu şekildedir: Samsun şehrinin, bundan yirmi yıl önceki nüfusu, 11.000
idi. Üçte biri Müslüman, üçte biri Rum ve Ermeni idi. Şimdi yerli olmayanlarla
beraber 50.000 civarına çıkmış. Meşrutiyetin ilanını müteakip içeriden pek çok
nüfus gelmiştir. Abdullah Cevdet, sancağın 1892 tarihindeki nüfusunu aşağıdaki
şekilde vererek Müslüman nüfusta hemen hemen hiç artış olmadığına dikkat çekmektedir:
Müslüman 214.135
Rum Ortodoks 77.000
Ermeni (Gregoryen) 17.000
Ermeni Katolik 900
Ermeni Protestan 565
Katolik Latin 150
Musevi 250
________________________
TOPLAM: 310.000
Samsun’un Madenleri
Samsun’un
yüksek mahallerinde demir, kurşun, gümüş damarları görülmekte olduğunu
bilgisini veren Abdullah Cevdet, ancak bu servetlerin metruk olduğunu belirtir.
Ona göre her iki manasıyla “yolsuzluk” bu metrukiyet ve hüsrana sebebiyet
vermektedir.
Samsun’un Ormanları
Abdullah
Cevdet, Samsun’un arazisinin önemli bir kısmının meşe, kayın, servi, çam
ağaçları ile örtülü olduğunu ancak bunlardan muntazam surette istifade
edilmediğini söylemekte ve bunların zalimane tahrip olmakta olduğunu ve bir
tedbir alınmadığından yakınmaktadır. Ayrıca bölgenin alçak kısımlarında her
türlü meyve ağaçlarının bulunduğunu ifade etmektedir.
Samsun’da Mebanî-i Dinîyye
Abdullah
Cevdet, bulunan dini yapılar hakkında; biri büyükçe olarak 7 cami, 40 mescit, 1
Rum, 2 Ermeni, 1 Katolik, 1 Protestan, 1 Frenk Kilisesi bulunduğu bilgisini
verir.
Samsun’un Serveti
Abdullah
Cevdet, Samsun’a ait ayrıntılı üretim ve ticaret rakamları vermektedir.
Samsun’da takriben 35.450 dönüm arazi üzerinde her yıl 14.000.000 kilo tütün
mahsulü alındığını ve dünyanın her tarafında meşhur olan bu tütünün sigara
haline konulduktan sonra kilosunun ortalama 40 frank kıymetine yani aşağı
yukarı 12.000.000 Osmanlı lirasından fazla bir meblağ oluşturduğuna dikkat
çekmektedir. Verdiği diğer bilgiler şu şekildedir: 1897 yılında ithalatının
miktarı 12.472.000 franka ve 1898’de 12.948.000 franka ulaşmıştır. Bu meblağın
önemli bir kısmı olan 4.105.000 frankını mensucat, 1.088.000 frankını şeker
teşkil etmektedir. Üçüncü, dördüncü derecede ehemmiyetli miktar teşkil eden
eşyalar demir, sabun, zeytinyağı ve sairedir. İthalatın 6.774.000 franklığı
Türkiye’ye aittir. Müteakiben İngiltere, Avusturya, Almanya, Belçika, Rusya ve
en sonra Fransa gelir. Abdullah Cevdet, bu bilgilere Yves Guyot ile
Rafalovich’in “Ticaret, Sanayi ve Banka Kamusu” unvanlı kitabının ikinci
cildinin “Samsun” bahsinin 1283. Sayfasından ulaştığını belirtir. Aynı
müelliflere göre Samsun’un ihracatı 1898 yılında 20.000.000 frank civarında
olmuş ve bu miktarın 4.105.000 frankını tütün teşkil etmiştir.
Abdullah
Cevdet, “Samsun - Sivas hattının ikmalinden sonra Samsun Türkiye’nin en mühim
bir şehri olacaktır. Fakat Türklerin ve Müslümanların değil” diyerek artan
ekonomik gücün sadece gayrimüslimler yönünde fayda sağladığına işaret
etmektedir.
Samsun’da Ahvâl-i Sıhhiye
Abdullah
Cevdet, dünyanın en iyi havalı, en sıhhi şehri olabilecek Samsun’un havasını
vahim olarak ifade eder. Umumi sıhhat perişan durumdadır. Çaltı Burnu ve
havalisi müthiş bataklıktır. Buralardan çoğalan miyazmalar14 ahalinin kanını
zehirlemektedir.
“İdâdî mektebinde dershaneleri ziyaret iderken
çocukların yüzünde bu musibetin tarihçesini ve sutar-ı akıbetini okudum. Müdür
efendi tazallüm itdi: ‘ekseriya ders esnasında talebe birden bire sararır,
düşer, kusar. Humma-yı merzaginin buraya mahsus bir tecellisidir. Talebeyi
ailesi yanına göndeririz. Birkaç gün sonra fakat muzmahil bir halde gelir’
dedi”.
Samsun’daki
ölümlerin başlıca sebebi humma-yı merzagiden15 olduğunu ifade ederek bazen de
fiyever jon=humma-yı asfer16 zuhur ettiğini belirtmektedir. Belediye Tabibi
Kamil Efendi’nin 15 yıldan beri gerçekleştirdiği müşahedelerinin bu yönde
olduğunu söyleyen Abdullah Cevdet, Kavak nahiyesinde ve Bafra da frengi
hastalığının hüküm sürdüğünü ve onun da
Kastamonu’dan
geldiğini belirtmektedir. Dizanteri, tifo, çiçek, verem eksik değildir.
Lağımlar yoktur. Kasaba ve civarındaki 50.000 ahaliden yıllık 250-300 ölüm
olmaktadır. Abdullah Cevdet, Yemen’e gönderilen taburlarda hayatını
kaybedenlerin bu hesaba dâhil olmadığını ifade ederek ölümlerin fazlalığına
işaret etmektedir:
“Yemen’e sevk olunup beher taburundan ancak 40
kişi dönen, bâkîsi Yemen kumları içinde gömülen bedbahtlar bu hesaba dâhil
değildir. Evet? Sekiz sene evvel Yemen’e sevk olunan Harput Taburundan yalnız
40 kişi o da perişan bir halde avdet idebilmişdi”.
Abdullah
Cevdet, Samsun belediye tabibinin maaşının 800 kuruş olduğundan bahsederek bu
maaşlı bir tabibin vazifesini takipte zorlanacağını ve işine daha fazla itina
edemeyeceğini belirtir.
Samsun Postahanesi
İfadelerine
göre postahane sahilde ve iskeleye yakın bir yerdedir. Abdullah Cevdet, hiç
olmazsa Avrupa’nın büyük bir köyünün postahane binası kadar muntazam bir bina
bulacağını ümit ettiğini, ancak adeta bir baraka ile karşılaştığını
söylemektedir:
“Tek bir tam iki tarafına gişelik iden iki uzun
masa çivilenmiş bu büyücek oda bir koridor ile ikiye ayrılmış. Koridorun ortası
mübalağasız bir mezbele halini arz idiyor. Mezbele yığının en yüksek noktasına
bastonumu basdım. Baston 15 santimetre batdı. Orada önüme rastgelen gişedeki
bir genç memura sordum. Her zaman postahanenizin içi böyle mezbelelik midir?
Dedim. Önüne bakdı, hayır efendim dedi. Nedir bu hal? Dedim. Efendim tahsisat
yok dedi. Ben pür hiddet idim. Kimdir buranın en büyük memuru? Dedim. Şu köşede
oturan sakallı efendi, el-hac Hakkı Efendi dediler. Ben ortaya bir kaç acı
ta’zir sacdım. Hacı Hakkı Efendi tesbihi elinde olduğu halde maiyetindeki genç
memurlara ‘ne diyor?’ diyordu”.
Abdullah
Cevdet’in karşılaştığı ikinci manzara da onu oldukça şaşırtmış ve bunu şu
şekilde ifade etmiştir:
“Bu mezbelelikden dışarı çıkdım. İskeleye doğru
giderken sol tarafda bir kahve var, bunun önünde bir masanın üzerinde
azim’ül-mikdar bir mektûb yığını gördüm. Mektubların bazıları da masanın ve
masa önünde bulunan bir delikanlı adamın ayakları altına düşmüşdü. Heman yaklaşdım.
Genç adama; nedir bu mektublar? Diye sordum. Genç cevâb verdi: Posta
müvezzi’iyim mektubları tefrik idiyorum dedi. Aman nasıl olur, sokak ortasında
herkesin en mahrem ve mukaddes şeylerinden olan mektûb tefrik olunmak neden?
Dedim. ‘Yer yok’ cevabını verdi. İsmin nedir dedim? Hilmi, dedi”.
Hükümet Konağı
Aynı gün
Mutasarrıf Hamdi Bey tarafından yaptırılmış hükümet konağına varırlar.
Mutasarrıf Ohannes Ferid Efendi isminde biridir. Abdullah Cevdet, Saat 10’da
ziyaret için mutasarrıfın odasında beklerken mutasarrıfın henüz uykudan
kalkmadığını belirtir:
“Mutasarrıf Efendi henüz uykudan kalkamadı,
diyorlar. Bir az bekledikden sonra Ohannes Ferid Efendi zuhûr ve bizi iltifata
gark idiyor! Mutasarrıf uyuyor, vali uyuyor! Türkiye bu. Zemin uyuyor, âsüman uyuyor.
Yalnız Allâh uyanık”.
Samsun’un Elektrikle Tenviri
Abdullah
Cevdet, Samsun Belediyesinin 8.000 lira geliri olduğunu bu geliri bir yıl
içerisinde 20-30 bin liraya çıkarılabileceğini iddia etmektedir. Ancak ona göre
belediye reisinde ve mutasarrıfta böyle bir eğilim yoktur. Geliri arttırmak
için yapılacak olan işleri şöyle sıralar:
“Samsun’un
20 dakika mesafesinde Merd Çayı20 vardır. Suyu bol ve hızlı hareket eder
surettedir. Bu çayın hareket kuvveti şehri aydınlatmaya ve şehirde inşa
edilecek tramvayları çalıştıracak miktarda elektrik üretmeye yeterlidir. Bu amaçla
yapılması gereken elektrik fabrikasının tesisi tahminen 500.000 frank sarfıyla
mümkündür. Bu işle bağlantılı olarak petrol sarfiyatı şu şekildedir:
Samsun
şehrinde ve çevresinde günlük 250 teneke petrol yakılmaktadır. Her yıl 100.000
teneke eder. Her ay 7.500 teneke yakılıyor demektir. Her teneke 14 kuruşa
alınmaktadır. Dolayısıyla her gün 4.500 kuruş gaz parası verilmektedir. Sonuç
olarak Samsun ve havalisinden her yıl ortalama 14.000.000 kuruş petrol parası
çıkmaktadır. Elektrik üretilmesi halinde hem bu paranın yarısına aydınlatma
ihtiyacı giderilecektir, hem de para memlekette kalacak ve diğer imar işlerine
harcanabilecektir. Abdullah Cevdet bu bilgileri tüccardan Yelkencizade Hüseyin
Efendi’den aldığını belirtmektedir.
Samsun Müstakil Sancağının Zer’ Edilen Arazisi
Abdullah
Cevdet’in Samsun’da ziraata dair verdiği bilgiler şu şekildedir: Ekim yapılan
alan 835.675 dönüm, ekime müsait olduğu halde ekilmeyen arazisi 300.161
dönümdür. Ormanlar 257.300 dönümlük bir saha işgal eder. 950.300 dönümlük bir
arazi ise ekime müsait olmayan alanlar, yayla ve umumi mera halindedir.
Abdullah Cevdet, bu bilgileri Vital Cuinet’in eserinden aldığını belirtmekte
ayrıca bilgilerin kesin olmamakla birlikte gerçeğe yakın olduğunu ifade
etmektedir.
Samsun’un Taksimat-ı Mülkîyesi
Abdullah
Cevdet, Samsun sancağının idareten Samsun, Teza,23 Ünye, Terme, Çeharşenbe,
Bafra kazalarıyla Karauç, Alaçam, Kavak nahiyelerinden oluşmakta olduğunu
belirtmektedir.
Samsun’un Sanayi
Samsun’da
sanayi namına bir şey görülmediğini belirtir. Sanayiden sayılabilirse saraçlık,
kunduracılık, çömlekçilik, kazancılığın olduğunu ağaçtan kaşık dahi imal
olunduğunu ifade etmektedir.
Mecârî-i Miyâh
Samsun
sancağından geçen suları şu şekilde sıralar: Terme civarında Terme Çayı,
Çarşamba kasabasından geçen Yeşilırmak, Bafra civarından geçen Kızılırmak. Hayvanat-ı
Ehliyye Samsun sancağında her türlü ehlî hayvan mevcut olduğuna dikkat çeken Abdullah
Cevdet, Trabzon vilayetinin diğer taraflarından daha fazla hayvanat yetiştiğini,
Kızılırmak, Yeşilırmak kıyısında ve yakınında iyi cins ve besili hayvanat
bulunduğunu söylemektedir.
Hayvanat-ı Ehliyye
Samsun
sancağında her türlü ehlî hayvan mevcut olduğuna dikkat çeken Abdullah Cevdet,
Trabzon vilayetinin diğer taraflarından daha fazla hayvanat yetiştiğini,
Kızılırmak, Yeşilırmak kıyısında ve yakınında iyi cins ve besili hayvanat
bulunduğunu söylemektedir.
(…)
DEĞERLENDİRME
Dr. Abdullah
Cevdet’in 1912 yılına ait Karadeniz seyahati notları onun düşünceleri
bağlamında değer kazanmaktadır. Zira Osmanlı Devleti’nde son dönem kültür ve
siyaset adamı olan Dr. Abdullah Cevdet’in kendi düşünce sistemi üzerinden
yaptığı değerlendirmeler bölgenin döneme ait farklı bir panoramasını gözler
önüne sermektedir.
Dr. Abdullah
Cevdet, notlarında bazı kısımlarda verdiği bilgileri nereden temin ettiğine
dair ifadeler kullanmıştır. Kimi bilgileri bölgeden almış, kimi zaman elindeki
salnameden yararlanmış, resmî ve gayri resmî bilgiler vermiştir. Yabancı
kaynaklardan Vital Cuinet’in eserinden ve Yves Guyot ile Alfred Raffalovich’in
kamusundan yararlanmıştır.
Dr. Abdullah
Cevdet’in özellikle ekonomi ağırlıklı olmak üzere demografik, sıhhî, askerî,
kültürel, mülkî idare alanında ve bölgenin coğrafi yapısı hakkında da
değerlendirmeleri bulunmaktadır. Değerlendirmelerine Avrupa izlenimlerinin ve
mesleği olan doktorluğun etki ettiği açıkça görülebilmektedir.
Samsun’a
ilişkin değerlendirmelerin ağırlığı şehrin ekonomik potansiyeli ile ilgilidir.
Dr. Abdullah Cevdet, ekonomik gelişmeye dikkat çekmiş ancak bu ekonomik
potansiyelin Müslümanlar elinden Rumlara geçtiğine işaret etmiştir. Tapu
kayıtları üzerinden şehrin önemli mekânlarının el değiştirmesine dikkat çeken
Dr. Abdullah Cevdet’in ifade ettiği bu durum, Birinci Dünya Savaşı’na giden
süreçte Müslümanların ekonomik gücünün giderek kötüleştiğine dair önemli bir
örnektir.
Samsun’da
dikkat çektiği diğer bir husus da bataklıklar gibi sağlıksız alanlar
dolayısıyla meydana gelen salgın hastalıklardır. Bu hususta halkın zayiatının
Balkan Muharebesi ve Yemen’den aşağı olmadığını belirtmektedir.
Notların
genel dilinden anlaşılacağı üzere Dr. Abdullah Cevdet, Avrupa’daki mimari
yapıdan, şehir dokusundan özellikle devlete ait binalardan etkilenmiş
görünmektedir. Gezisi esnasında en azından buna yakın mekânlar görmek
istediğini ifade etmesine rağmen umduğunu bulamadığını belirtir. Yine boş,
ağaçlı bir alanı Avrupa’da görmüş olduğu gibi millet bahçesi zannetmesi de
benzer bir karşılaştırmadır Ayrıca mevcut devlet dairelerinin de köhne, eski ve
bakımsız olduğuna dikkat çekmekte tüm bu olumsuzlukların sadece ödenek
eksikliği ya da yönetim aksaklıkları ile izah edilemeyeceğini belirtmiştir.
Notları
içerisinde Samsun ve Ordu’da mülkî idare ağır bir şekilde eleştirilirken
Trabzon’da idare nispeten daha az eleştirilmiştir. Bu durum Mehmed Ali Ayni ile
yakınlığından kaynaklanmış olmalıdır.
Dr. Abdullah
Cevdet’in notları müstakil örnekler dışında genel olarak geri kalmışlığa ve
düzensizliğe, yöneticilerin ihmalkârlığına yöneliktir. Ona göre bu durum
askerî, idarî, sıhhî, iktisadî sorunların temelidir ve ekonomik anlamda
kalkınma ile birlikte halkın da özverili çalışmalarıyla sorunların üzerinden
gelinebilmesi mümkündür. Bu çerçevede iktisadi kalkınma bağlamında önemli
sayılabilecek fabrika ve sanayi alanlarından övgüyle bahsetmiştir. Ayrıca
bölgenin zirai potansiyeline de vurgu yapmış ve bölgeyi Anadolu’nun tüm
alanlarında olduğu gibi ihmal edilmiş bir coğrafya olarak nitelemiştir.
Dr. Abdullah
Cevdet’in gezisi esnasında bulunduğu mekânlar, devlet dairelerine giriş
çıkışları ve sivil – askerî görevlilerle konuşma tarzı -eğer tek yanlı
anlatılmıyor ise - kendisinin önemsendiği görüntüsünü vermektedir. Bu bağlamda
ifadeleri merkezden gelen bir müfettiş tetkiklerini andırmaktadır. Davranışlarını
beğenmediği bazı görevlilerin isimlerini not aldığını ifade etmesi de bu
tavrını ortaya koyar niteliktedir.
Balkan
Savaşı sürecinde bir Osmanlı aydınının kendi düşünceleri çerçevesinde ifade
ettiği izlenimler ve ortaya koyduğu resmî-gayri resmî veriler bölge hakkında
önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Bu bakımdan bu seyahat notları özellikle
bölgeye dair yerel tarih çalışmalarında bütüncül fayda sağlamak yönüyle ve
Osmanlı aydın zümresi içerisinde farklı bir bakış açısı ile bölgeye bakmak
bakımından da katkı sağlayabilecektir.
Dr. Abdullah CEVDET Kimdir?
“Abdullah Cevdet, 1869’da Arapkir’de doğdu. Babası
Diyarbakır Birinci Tabur Kâtibi Ömer Vasfi Efendi’dir. Ma’muretülaziz Askerî
Rüşdiyesi ile Kuleli Askerî Tıbbiye İdadisini bitirdikten sonra Mekteb-i
Tıbbiyeye kaydoldu. Ailesinden aldığı dini eğitim kuvvetli iken burada
biyolojik materyalist fikirlerden esinlendi. Bu konuda çeşitli yayınlar yaptı.
1891’de Fünun ve Felsefe adlı çalışmasının ilk taslağını hazırladı. Bu süreçte
siyasete de ilgi duymaya başladı. 1889’da tıbbiyeli arkadaşları İbrahim Temo,
İshak Sükûti, Mehmed Reşid ve Hikmet Emin ile birlikte daha sonra İttihad ve
Terakkî Cemiyeti adını alacak olan İttihad-ı Osmani Cemiyetinin kurucuları
arasında yer aldı. 1894’te kolera mücadelesi için geçici görevle Diyarbakır’a
gönderildi. Burada iken Ziya Gökalp’in de İttihad-ı Osmani Cemiyetine
kaydolmasını sağladı. İstanbul’a dönünce cemiyetteki faaliyetleri dolayısıyla
Trablusgarb’a sürüldü. Burada Ahmed Rıza ve Mizancı Murad ile haberleşmeye ve
yazılar neşretmeye devam etti. Durumun Mabeyn’e bildirilmesi üzerine sürgün yeri
Fizan’a çevrilmek üzere irade çıkmak üzereyken önce Tunus’a oradan da Paris’e
kaçtı. 1895’te Shiller’den Türkçeye çevirdiği Guillaume Tell’e yazdığı önsöz
Jön-Türk çevrelerinde oldukça etkili oldu. 1897’de Cenevre’ye geçti. 1899’da
Saray’la yapılan pazarlıklar neticesi Viyana Sefareti tabipliğine getirildi. Bu
görevinde 1903 yılına kadar kaldı. 1904’te Jön-Türk hareketi içerisinden Osmanlı
İttihad ve İnkılap Cemiyetinin kuruluşunda yer aldı. 1904’te İctihad mecmuasını
kurdu. 1905’te Mısır’a geçti. Burada Prens Sabahaddin grubu ile ilişki
içerisinde bulundu. II. Meşrutiyet sonrası burada kalmayı tercih etti. Dozy’nin
“İslam Tarihi” isimli eserini tercüme etti. Buna karşı çok ciddi eleştiriler
aldı. Bu eleştirilerin en önemlileri Manastırlı İsmail Hakkı’nın Sırât-ı
Müstakîm dergisinde seri halinde yayınlanan makaleleri ve İsmail Fennî’nin
İzâle-i Şükûk adlı kitaptır. Abdullah Cevdet 1910’da İstanbul’a döndü ve 24.
sayıdan itibaren İctihad’ı yayınlamaya başladı. Kılıçzade İsmail Hakkı ve Celal
Nuri de bu dergide idi. İctihad pek çok defa kapatıldı. Cehd, İşhad, İştihad,
Âlem-i Ticaret ve Sanayi gibi isimlerle çıkmaya devam etti. İctihad dergisi
Batıcıların ana yayın organı haline gelmiş iken Balkan Savaşı’ndan sonra
batılılaşmanın ne derece olacağı ile ilgili tartışmalar iki grup meydana
getirdi. Abdullah Cevdet tam batıcıların lideri konumuna geldi. İctihad’ın son
sayısı 13 Şubat 1915 tarihinde yayınlandı. Abdullah Cevdet mütareke döneminde İngiliz
Muhibleri Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra
yeni yönetimi öven yazılar kaleme aldı. Bu süreçte tercüme faaliyetlerini
sürdürdü. Kasım 1932’de hayatını kaybetti. “
M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak
Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Ankara 1981;
M. Şükrü Hanioğlu, “Abdullah Cevdet”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, s. 90-93.
/Ahmet KÖKSAL
KTÜ
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü, TRABZON.
NOT:
Benzer bir çalışmaya BURADAN ULAŞILIR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder