III
SAMSUN'DAN KESKİN’E
2/XI1/1921 - 11/XII/1921
Samsun'dan 2/X!l günü, sabah saat
10’da çıktık. Ama hav't yönünden şansımız olmadı, bizi pek de iyi uğurlamadı doğrusu.
Sabahın erken saatlerinden beri sık, ince bir yağmur başladı. Yolda daha da
kötü olacağı anlaşılıyordu. Biz ise erkenden çıkmaya hazırlanmıştık. Ama bütün arabacılar
tam zamanında hazır olmadığı için beklemek zorundaydık. Nihayet bize ayrılmış
olan üstü örtülü, türkçede «yaylı» adı verilen özel arabalara bindirildik. Bu yaylı,
ufak bir furgon(Furgon: Üstü kapalı
at arabası) türünde arabaydı. Oturacak yeri yoktu. Yatar
gibi, ya da yarı yatar gibi durulabiliyordu ancak.
Her arabada ikişer kişi bulunuyordu. Arabalara
çift at koşuluydu. Atlar ve arabalar bizi Ankara'ya kadar değişmeden götüreceklerdi.
Bir araba için ödenecek ücret 100 liraydı.
Ayrılmamızdan bir saat önce Faik Bey
geldi yanımıza. Hazırlıklar bitene değin otelde sohbet ettik. Sonunda bize
refakat edecek olan Türk Subayı Haşan Bey geldi. Ve her şeyin hazır olduğunu
bildirdi. Mutasarrıfla ve öteki uğurlamaya gelenlerle vedalaştık ve onların
hayırlı yolculuklar dilekleriyle yola koyulduk.
Yol şehirden başlayarak hep dağlar
arasında uzanıyordu. Çamurlu, berbat bir yoldu. Aslında şoseydi, ama bu şose
öylesine çukur ve tümseklerle doluydu ki, İnsanı her dakika top gibi bir o
yana, bir bu yana fırlatıyordu. Yağmur durmadan, git gide güçlenerek yağıyordu.
Arabanın yan perdesini açmak olanaksızdı. Ancak arabacıların başlarının
üzerinden ileri bakılabiliyordu. Bu da insanın görme açısını kısıtlıyor
elbette. Zaten öylesine kesif bir sağnak var ki bu her şeyi tümüyle gizliyor. 40
- 50 adımdan ötesini görmek olanaksız.
Şose Samsun'dan çıkınca dağ plâtosunda
yükseliyor ve İlerilerde kısmen ormansız, kısmen hafif çalılıklarla, özellikle
bodur meşelerle örtülü tepeler arasında İlerliyor. Solda aşağılarda sisler
arasında Merd Irmak vadisi görülüyor.
Samsun'dan yaklaşık olarak 20 verst
ilerde Kandider Boğazı geçidine doğru yükselme başlıyor. Buranın yüksekliği
2700 fut. Bazı yerlerinde, alçak meşeler arasında çam ormanları gözüküyor.
Bizim geçide varmamız 4 saat sürdü.
Yağmurun artık dinmiş olmasına rağmen hava karanlıktı. Açıkça anlaşılıyordu ki,
bizim bugün gideceğimiz, geceleyeceğimiz yere, Kavak köyüne varamayacaktık.
Samsun Kavak arası 45 kilometreydi. Oysa biz 25 kilometreden fazla
yapamamıştık. Hem de ne büyük güçlükler çektiğimiz halde.
Gerçi bizi koruması için 12 kişilik
atlı jandarma grubu görevli olarak yanımızda bulunuyordu, ama yine de
karanlıkta gidemezdik. Çünkü geceleri yollarda kel gezen Rum çetelerinin hedefi
olabilirdik kolayca. Yol, geçitten sonra aşağıya, Merd Irmak'a (Karateş su)
doğru yokuş aşağı iniyor. Irmağı taş bir köprü ile geçiyoruz. Irmağın kıyısında
ufak ev grupları serpiştirilmiş. Burası Çakallı köyü. Hanları bulunan bu köyde gecelemek
için mola verdik. Karşı karşıya iki handa konaklıyoruz. Bu hanlar, tıpkı bizim,
Türkistan’da bulunan hanlara benziyor. Üstü kapalı sundurmasıyla, atlar için
ahırıyla geniş bir yer. Ön yüzündeki iki kat yolcular için yapılmış. Odalara
«numara» deniyor. Alt kat taştan, üst kat ise tahtadan yapılmış. Çatı, bu
kervansaraydaki gibi, öteki evlerde de ahşap ve üzeri kırmızı kiremitlerle örtülü.
Bana ayrılan «numara»ya çıktım. Dış
duvarın dibinde üstü pis bir keçeyle örtülü tahta ranza, yerde sazdan yapılmış
bir hasır, camları kırık iki pencere görüyorum... Soğuk ve rutubet
sokaktakinden de fazla.
10-15 dakika sonra bir mangal
getirdiler ve hava yavaş yavaş ısınmaya başladı. Mangal, içine yanan kömür konmuş
basit, yuvarlak bir kap. Bu köyde, evlerde sıcaklığı biraz olsun artırmak için
kullanılan bir gereç. Şehirlerde bunun yanında saç sobalar da var. Ama köylerde
sobaya pek az rastlanıyor. Hatta köy evlerinde çoğunlukla mangal da
kullanılmıyor. Yalnız ocakla yetinmişler.
Rus, ya da Avrupa türünde soba ve
şöminelere hiç rastlanmıyor Türkiye’de. Ne şehirlerde, ne de köylerde... Köyü
gezmeye çıktım Topu topu 37 ev, birkaç da dükkân var. Karanlık basmasına rağmen
alışveriş yine de çok canlı sürüyor. Çok güzel şeyler satılıyor bu dükkânlarda:
Ekmek, koyun eti, kuru yemişler, kavrulmuş nohut, pirinç ve bir sürü ufak
tefek. Ekmeğin okkası (bir okka yaklaşık 3 funt) 15 kuruşa, et ise 50 kuruşa
satılıyor. Köyde evler hep iki katlı. Çevrelerinde avlu yok. Alt katta, yani
taştan yapılan katta sığırlar için ağıl yapılmış. Hanlardan birinin avlusunda
çok sayıda eşek gördüm. Bu, gecelemeye gelmiş bir yük kervanıymış. Eşeklerin hemen
hepsi çok ufak boyda, ama sağlam ve çevik. Yaklaşık 4 -5 pud(Pud: 16,3 kg. a
eşit ağırlık ölçüsü birimi.) arasında yük taşıyorlar ve şosenin bittiği yerden
sonra çok faydalı oluyorlar. Aynı günde karşılaştığımız birkaç eşek kervanının
yanı sıra bir, ya da iki deve kervanıyla karşılaştık. Develer 18 ile 20 pud
arasında yük taşıyorlar. Develerden sonra taşıma alanında atlar ve öküzler
kullanılıyor. Atlar 8, öküzler ise 6 - 7 pud'a kadar taşıyabiliyorlar.
İnsanın dikkatini çeken bir şey de
eşeklerin sürücüleri arasında kadın ve çocukların çoğunlukta oluşu. Bu, köydeki
yetişkin erkek nüfusun hemen hemen tümünün savaş için askere alınışıyla
açıklanıyor. Kadınların giysileri çok kötü. Hepsi şalvar ve bulüz giyiyor.
Başlarında örtü var. Yabancı bir erkekle karşılaştıkları zaman yüzlerinin alt
tarafını da örtüyorlar hemen. Şalvarları ve başörtüleri genellikle çizgili,
açık gri renkli, bluzları ise çoğunlukla kırmızı ve kahverengi oluyor.
Ayaklarına türlü pılı pırtı dolamışlar. Ayakkabı yerine deriden, bazen da bezden
terlikler giyiyorlar. Sibirya'da giyilen «oporki»lere (Oporki: Bir tür
çarık.) benziyor
bunlar.
Kaldığım otele döndüm. Kızarmış koyun
eti yedim ve çok koyu bir çay içerek yattım. Öteki uluslara oranla Türkler çay
yapmayı pek bilmiyorlar. Özel çaydanlık kullanılmıyor. Çayı olduğu gibi alıyorlar,
bir kaba dolduruyorlar ve sonra bir çorba gibi kaynatıyorlar. Bunun sonucunda da
kapkara, acı ve bizim yaptığımız gerçek çaya benzemeyen bir şey elde ediyorlar.
Gece hiç de ılık değildi. Benim
kaldığım «numara» da öyle tabii. Benden ve benim Kızıl ordu mensubu yol arkadaşlarımdan
başka, hemen her yerde rastlanan pek çok sayıda mutsuz insan vardı burada. Ama
biz bunu anlayışla karşılamıştık. Çünkü bunun kaçınılmaz olduğunu biliyorduk
önceden.
Sabah saat 8 sıralarında çıktık yola.
Bu arada bize refakat eden askerlerle de dostluğu ilerletmiştim. Bir
kurnazlıkla askerlerden birinin atma ben geçtim ve onu da kendi yerime oturttum
arabada. Atla gitmek hem son derece hoş, hem de, en önemlisi kendi oturduğumuz
arabadaki yere oranla çevreyi görebilme bakımından son derece rahattı.
Çakallı'dan ayrılan şose dik,
zikzaklar çizerek 270 fut yüksekliğindeki Hacılar sıradağının tepelerine doğru yükseliyordu.
(Sayfa: 40 - 44)
(-Devam Ediyor)
iwinmore soccer predictions - vntopbet 카지노 카지노 카지노 카지노 다파벳 다파벳 991Pragmatic Play Bonanza - ChilliCasino.com
YanıtlaSil