Günümüzde hızla değişen, çeşitlilik arz eden ulaşım
imkân ve politikaları sebebiyle demiryolu ulaşımı önemini yitirmiş olsa da,
trenler geçen yüzyılın son çeyreğine kadar önemli ulaşım aracıydı ve bir şehrin
sosyal hayatının etrafında şekillendiği merkezler de tren garlarıydı.
Lojmanları, lokantaları ve sosyal tesisleriyle zamanının en önemli mekânları
olan garlar, kurulduğu günlerden bugüne toplumsal belleğin de merkezi
olmuşlardır. Şehrin sosyal ve siyasi hayatı da çoğunlukla garlar çevresinde
gelişmiştir. Bu küçük kasabalar için de, büyük şehirler için de aynıdır. Bu
nedenle garları sadece ulaşım merkezi olarak görmek doğru olmaz sanıyorum.
Garlara ve çevresine bakıp, onların hikâyelerine kulak kesildiğimizde bir
şehrin hatta memleketin kültürel ve siyasi tarihini de görebiliriz.
Demiryolu işçisi bir babanın oğlu olan Kemal
Varol’un İletişim Yayınlarından çıkan Memleket Garları adlı derlemesiyle bu
tarihi mirasın peşinde bir yolculuğa çıkıyoruz. 13 ayrı yazarın memleketin
değişik yerlerindeki garlar hakkındaki anlatılarıyla süren yolculuğumuz
Haydarpaşa Garı’nda başlayıp Kurtalan Garı’nda bitiyor. Bu yazarların
kaleminden çıkan makaleler, hikâyeler ve anlatılar, bize sadece o garların
tarihini, mimarisini, yapım süreçlerini anlatmıyor. Her yazarın, bir dönem
bulundukları şehirlerin garlarıyla ilgili anılarının yanı sıra dönemin sosyal
yapısına ilişkin pek çok ayrıntıyı da okuma fırsatı buluyoruz Memleket
Garları’nda.
Bir akademisyen olan ve özellikle demiryolu
mirasının korunmasıyla ilgili pek çok makalesi bulunan Yonca Kösebay Erkan’ın
Haydarpaşa-Sirkeci garlarını bir arada değerlendirdiği yazısıyla başlayan
Memleket Garları, 1924 yılında mübadele garı olarak kullanılmış bir gar olan
Hadımköy Tren İstasyonuyla ilgili makalesiyle devam ediyor. Bu garların tarihçesi
ve mimarisiyle ilgili pek çok bilgi veren makalelerin ardından Haydarpaşa
garından başlayan yolculuğumuz memleketin irili ufaklı garlarına doğru sürüyor.
Bir zamanlar hamallarının dernek kurduğu, şehrin
sosyal ve gece hayatının en önemli merkezlerinden biri Gar Gazinosu olan Ankara
Garı… Orhan Kemal’in roman kahramanlarına, Yılmaz Güney’in Umut filmine ev
sahipliği yapmış Adana Garı… Yaşar Kemal, Uğur Mumcu, Turgut Uyar, İlhan Berk,
yolu bir vesileyle oraya düşen önemli kişilerin ağırlandığı Samsun Gar
Lokantası… Zorlu kış koşullarında, kimsesizlere ve mülksüzlere barınak olan
Erzurum Garı… 1989’daki demir çelik greviyle birlikte şehrin toplumsal
direnişinin sembolü olan ve sonraki yıllarda da 1 Mayıs, çevre mitingleri,
insan hakları mücadelesi gibi pek çok konudaki toplantı, eylem ve mitinge ev
sahipliği yapmaya devam eden İskenderun gar meydanı. Şimdilerde yoksul
mevsimlik işçilerin pamuk zamanı Adana’ya, fındık zamanı Düzce’ye veya daha
ötelere gitmek için kullandıkları, şehre yük olduğu düşünülen demiryolunun
şehrin dışına taşınmasıyla garının akıbetinin ne olacağı bilinmeyen Diyarbakır.
Ve sonra Akhisar Garı’nın köşesindeki çınar ağacı… Bütün trenlerin içinden
geçtiği Eskişehir Garı… Yolculuğumuzun bittiği son istasyon ise Kurtalan Garı…
Üniversite hayatım boyunca günün ilk trenine bindiğim ve her akşam vagondan
inip adımımı attığım anda kendimi eve dönmüş hissettiğim, şimdilerde akıbetinin
ne olacağı bilinmeyen Haydarpaşa Garı’ndan başlayan yolculuğumuz uğradığımız
her istasyonda yeni insanlarla, çocuklarla, delilerle, velilerle tanıştıktan ve
memleket hakkında türlü çeşitli hikâye dinledikten sonra Kurtalan’da sona
eriyor.
Kurulduğu yıllarda medeniyetin ve resmi ideolojinin
taşıyıcılığını da yapan tren yolları ve garlar, yıllar içinde çevresinde
gelişen sosyal, kültürel hayatın da yardımıyla pek çok şehirde kendi
muhalefetini ve muhalif sesini de yaratmış. Bunun çarpıcı örneklerini okuyoruz
Memleket Garları’nda. (Memleket Garları,
Derleyen: Kemal Varol, İletişim Yayınları) Sıddık
Akbayır’ın “Nehirler ve Kapılar Şehrinden Gar Hikâyeleri” başlığı
altında Samsun Garı’nı anlattığı yazısındaki dönemin muhalif gazetelerinden
Çaltı’nın hikâyesi gibi. Önce Karadeniz kıyılarında, sonra bütün Türkiye’de
adını duyuran bu gazeteye dönemin birçok önemli ismi yazı ve şiir göndermiş.
Yayınlandığı süre içinde sanat çevreleri için bir okul işlevi görmüş, hatta
1980 öncesi Fatsa’sının siyasi yapısında da etkili olduğu belirtiliyor
Çaltı’nın. Akbayır şöyle devam ediyor: “Gazetenin her sayısı, Gar Lokantası’nda
tasarlanır. Kolonlar ağır ağır kesilir, yapıştırılır. Sayfa numaraları mavi
kalemle, yazı başlıkları kırmızı… Bir alışkanlık, bir titizlik, sevgi… Manşeti,
ilkin garsonlara okur. Garsonların tepkisini çok önemser.”
Sıddık Akbayır bu gazete için büyük bir titizlikle
çalışan kişinin o yıllarda Samsun’un kültür sanat merkezi sayılan, dönemin
birçok aydını için Karadeniz’de uğranılacak ilk mekân olan Gar Lokantası’nın
karşısındaki Samsun Eczanesinin sahibi Oğuz Köyutürk olduğunu belirtiyor. Bu
durum, garlar ile çevresinin bir şehrin aynı zamanda kültürel-siyasi merkezi
oluşunun tipik bir örneği olmakla beraber, taşrada insanların ve mekanların
çoğu zaman birden fazla misyon üstlenmek zorunda kaldıklarını da düşündürüyor.
Günümüzde nostaljik bir ulaşım aracı imgesi halini
alsa da, trenler yüz yılı aşkın zamandır uzakları yakın etmiş, insanları
hasretini çektikleri insanlara ve yerlere kavuşturmuştur. Bütün bunların
yanında Behçet Çelik’in Adana Tren Garı’nı anlattığı yazısında yer verdiği
Walter Benjamin’in “Hiçbir uygarlık eseri yoktur ki aynı zamanda barbarlık
eseri olmasın,” sözü trenler ve garlar için de geçerli. Trenler ve garlar
kavuşmanın, yolculuğun ve modernleşmenin olduğu kadar modernleşmeyle beraber
gelen barbarlığın da tanığı hatta aracı olmuştur. Çelik’in yazısının devamında
bu barbarlığın izlerini şöyle sürüyoruz: “Evet, bir de başkalarıyla ilgili
çağrışımları var trenlerin. Üstelik tren görüntüsünün aklımıza getirdikleri her
zaman iç açıcı değil. İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan filmlerdeki trenler
korkunçtur mesela. Toplama kamplarına, ölüme insan taşıyan vagonların görüntüsü
tren dendiğinde aklımıza ilk gelen görüntü değildir elbette, ama iste bu da
var: Uygarlık eseriyken aynı zamanda barbarlık eseri olma hali.”
Son birkaç yıldır, hızlı tren vb yeni projelerle
demiryolları ve garların makus kaderi biraz kırılmaya çalışılsa da, gelişen ve
dayatılan ulaşım politikaları nedeniyle tren yolculuğuna dair oluşmuş nostaljik
ulaşım aracı imgesi bundan sonra değişir mi bilmiyorum; ama yıllar geçtikçe
yıpransalar da tren garları, en azından artık Kemal Varol’un, Ahmet Büke,
Şeyhmus Diken, Haydar Ergülen, Yonca Kösebay Erkan, Adnan Özer, Behçet Çelik,
Sıddık Akbayır, Feridun Andaç, Mehmet Avcı, Orhan Berent, Enver Sezgin, Mustafa
Uçar ve Erdoğan Yener’e ait, bu kitap için kaleme alınmış yazılardan
oluşturduğu Memleket Garları derlemesi aracılığıyla birer zaman geçidi olarak
varlıklarını sürdürecekler.
Şadiye Narin
Taraf Kitap,
Nisan 2012, Sayı:15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder