S A M S U N
31/X I/XII 1921
II
31 Kasımda bütün günümüzü Samsun’da
geçirdik. Bu günü kenti tanımaya, yöneticilerle tanışmaya ayırdık. Şehir
yüksek. Oldukça düz bir dağ kütlesinin eteklerine kurulmuş. Kürt Irmak ve Mert
Irmak sularının akıntısıyla bölünmüş bu kütle. Konumunun güzelliği ilk bakışta büyülüyor
insanı. Daha uzaklardan, denizden bakıldığında Samsun koyunu üç taraftan saran
dağların yamacına serpilmiş beyaz ev kümeleri çarpıyor göze.
Şu anda Samsun'un yerleştiği yerde
eski çağlarda zengin Yunan kolonisi Amisos bulunuyormuş. Amisos’tan kalan
sayısız mezarlar, suyolları, yeraltı sarnıçları ve bina yıkıntıları hâlâ
günümüze değin sapasağlam kalabilmiş. Bura halkı tarafından «Kara Samsun» diye
adlandırılan bu kalıntılar kentin kuzey batı kesiminde; Samsun koyunun batı
kıyısında, denize doğru dimdik inen tepe zincirinin üzerinde bulunuyor. Şimdiki
Samsun’un büyük bir kısmı Mert Irmağının alüvyonlarının oluşturduğu, koyun kıyısı
boyunca uzanan dar ovada kurulmuş. Zaten Karadeniz’in güney kıyılarındaki
birkaç önemli ova da hep bu şekilde meydana gelmiş.
Nehirler kendi büyüklükleri oranında
dağlardan denize doğru taş, kum ve çamur taşıyorlar. Deniz dalgaları da
bunların hemen hemen hepsini yine kıyıya atıyor ve böylece nehrin ağzında kum
sığlığı oluşuyor. Sığlık yavaş yavaş büyüyor ve bir bitki tabakasıyla örtülerek
ova haline geliyor. Bu tür ovaların en büyükleri Karadeniz havzasının en önemli
İki nehrinin ağzında oluşmuş: Yeşil Irmağın ağzında, Samsun’un batısında alçak
Çarşamba yarımadası ve Samsun’un kuzey batısında Kızıl Irmak nehrinin ağzında
Bafra. Ovaların büyümesi son derece hızlı bir tempoyla oluyor. Öyle ki, şu anda
denizden 20 verst İçerde bulunan Bafra, (eski adı Pavrohe) bundan bin yıl kadar
önce tam deniz kıyısında bulunuyormuş. E. Reklyu (21) nun yazdığına göre daha
XVII. yüzyılda bu limana gemiler uğrarmış.
Asıl Samsun koyu, Mert Irmak ile Yeşil
Irmağın ağızlarının arasındaki yirmi verstten fazla çaplı yarım daire şeklindeki
büyük körfezin batı bölümünü meydana getiriyor. Koy kuzeyden oldukça önemli bir
çıkıntıyla, denize dik, Kara Samsun tepeleriyle uzanan Kaleon Burnu
çıkıntısıyla kapalı. Burunda bir de deniz feneri var. Koyun güney batı kesiminde
ise daha alçak bir çıkıntı görülüyor. Burada kayalık ve dik dağlar neredeyse
denizin İçine kadar ilerliyorlar. Böylece Samsun ovası koyun içinde İki yandan
dağlarla çevrilmiş gibi duruyor. Demir atılacak yerin derinliği 25 fut (F u t :
30,5 cm. ye eşit Rus uzunluk ölçüsü birimi.). Şehirle Kaleon Burnu arasındaki 18
futluk derinlik kıyıdan 300 sajen (S a jen : 2,13 cm’ye eşit Rus uzunluk ölçüsü
birimi.) açığa kadar uzanıyor. Daha sonraki 30 futluk derinlik 560 sajen ilerilere
kadar sürüyor. Kentin güney yönündeki derinlik daha fazla. Taban hemen her
yerde kumlu çamur; Kaleon Burnunda ise kayalık. Biraz daha güneyde, kuzey batıya
doğru 175 sajen kadar uzanan eski bir dalgakıranın küçük kalıntıları var.
Samsun limanı daha önce de söylediğim
gibi kuzey - batı, kuzey-doğu ve doğu rüzgârlarına açık. Bu nedenle demir atıp
tutunabilmek kolay olmuyor. Özellikle Aralık, Ocak ve Şubat aylarında poyraz
ortalığı kasıp kavuruyor. Zaten bu rüzgârlar genellikle yağmur, kar, ya da dolu
getiriyor, denizin çok kabardığı zamanlarda rüzgârın gücü 9 ball’a (Ball:
Rüzgâr için kullanılan bir hız birimi.) erişiyor. Mart, Nisan ve Mayıs’da yağmur
ve sis getiren rüzgârlar esiyor. Ama rüzgârın hızı 6 ball'a pek az
ulaşabiliyor. Hazirandan Kasıma değin ancak hafif kıyı rüzgârlarının etkisi
altında. Yılın hemen her mevsiminde sürekli olmayan, ama sert lodos rüzgârları hâkim.
Hiç donmayan limanda ulaşım bütün yıl aksamıyor.
Kıyıdaki birkaç bataklık sıtmaya sebep
oluyorsa da Samsun ve çevresinin iklimi oldukça elverişli sayılıyor sağlık
için. Yazın çok sıcak aylarında ısı 45 dereceye değin ulaşıyor. Kışın ise çok
ılık. Kar yağsa bile bir gün içinde eriyor. Isı pek ender olarak —5 dereceye
kadar düşüyor. Yılın en İyi zamanı sonbahar sayılıyor.
Samsun limanına 30-40 arası büyük gemi
sığabiliyor. Yükleme ve boşaltma barka tipi büyük kayıklarla yapılabiliyor.
Yükleme ve boşaltmanın kolaylaştırılması için kıyının ayrı kesimlerinde demir
direkler üzerine iki iskele (¡ete) yapılmış. Bunlar kayıkların küçük
sandalların yanaşmasına yarıyorlar. Bu iskelelerden biri, 490 fut uzunluğunda,
taştan ve demir kazıklardan yapılmış olanı gümrük iskelesi. Öteki, güneydeki,
200 fut uzunluğunda olanı, çoğunlukla tütün tekeli (Reji) için kullanılıyor.
Samsun, Canik sancağının (vilâyetinin)
en büyük kenti. Burası Mutasarrıflığın bulunduğu hükümet merkezi ve
konsolosların, hemen bütün Avrupa devletlerinin konsolos temsilcilerinin
bulunduğu bir kent. Şu anda bunlardan yalnızca İtalyan ve Amerikan
konsoloslukları kalmış. Yakın bir gelecekte Rus konsolosluğunun da açılması bekleniyor.
Gerçi Samsun koyu gemilerin durması,
yükleme ve boşaltmasına az olanak veriyor, ama yine de Sivas ve Diyarbakır,
ayrıca Ankara'ya gidecek büyük anayolun (şosenin) başlangıç noktası olmasından
ötürü buraya pek çok gemi yanaşıyor ve devamlı olarak gemi bulunuyor. Savaştan
Önce buraya şu şirketlerin gemileri düzenli seferler yapıyordu:
1. «Rus Şirketinin»,
2. Avusturya Lloydluğunun»
3. «Mesajen Mantım»
4. «Pake».
Ayrıca öteki gemiler de geliyordu:
İtalyan, Alman, Türk, Yunan... Şimdi ise yalnızca İtalyan «Lloyd Triyestino»
(eskiden Avusturya Lloydluğunundu bu) düzgün seferler yapıyor. Ama yine de çok
sayıda gemi uğruyor limana. Fransız, Alman, Türk ve hattâ bazı Rus gemileri.
Yalnız Samsun’da 20-30 büyük yelkenli kayık (sandal) var. Hemen her gün Terme, Ünye
ve Giresun'dan pek çok yelkenli gemi geliyor.
Kent’te Osmanlı Bankasının bir şubesi
var. Umandan bol sayıda hayvan, özellikle koyun ve buğday ihraç ediliyor. Hattâ
yumurta, yün ve deri de gidiyor. Bunları İstanbul ve İtalya’ya götürüyorlar.
İhraç Trabzon’dakinden daha çok, ithal ise daha az. Özellikle şeker,
manifatura, petrol (Amerikan, ya da kaçak olarak Bakû petrolü) getiriliyor
dışardan. Son zamanlarda Amerikalılar bu petrol pazarını tümüyle ellerine
geçirmek için büyük çaba gösteriyorlar. Ama halk daha çok teneke kaplarla ithal
edilen bizim Bakû petrolünü üstün tutuyor. Yazık ki bugüne kadar Dış Ticaret
Bakanlığımız petrol ticaretine devlet düzenini getiremediği için bizim
petrolümüz buraya yalnızca kaçak olarak getiriliyor.
Kent, Trabzon ile kıyaslanırsa, şehir
mimarisi yönünden daha üstün. Burada oldukça geniş ve iyi plânlanmış sokaklar
(eski Türk kesimi dışında), çoğu iki, hatta üç katlı Avrupa tarzında evler var.
Sokakların ve genellikle şehrin temizliği gözden kaçmıyor. İskeledeki geniş depo,
albümin fabrikası (şimdi çalışmıyor), Gümrük binası, «Reji» kumpanyasının büyük
yapıları ve tütün fabrikası insanın dikkatini çeken büyük yapılar. Şehirde 500 kadar
mağaza ve dükkân, 70 kadar fırın, 30 dan fazla büyük han (2500 den fazla at
alıyor) iki de otel var. Bunlardan birinde, Rus uyruklu Rumların kaldığında,
çok güzel kaynak suları akıyor.
Kültür bakımından işler pek de parlak
sayılmaz. Bir lise var, birkaç da ilk okul. Sayıca yeterli oldukları
söylenemez. Şehirde bir gazete basılıyor. Onun dışında İstanbul baskılı
gazeteler, özellikle «İleri»(22) «Vahit» (33) gazeteleri yaygın olarak
okunuyor.
Binalar çoğunlukla iki katlı: Birinci
kat taştan, ikinci kat ise ahşap. Ama tümüyle taştan, ya da ahşap binalara da rasIanıyor.
Evlerin çatıları arada demir kullanılsa da daha çok kiremitle örtülü.
Bir zamanlar Samsun bir deniz kıyısı
kalesiymiş. Oysa şimdi, sağlam bir kale görünümünde değil. Eski çağlardan kalma
üç eski kale harabesi var. İkisi koyun kuzey kesiminde, biri güneyinde. Bugün
tamamen yıkılan bu kalelerin sadece harabeleri kalmış. Kentin girişinde yüksek
bir yerde 600 kişilik bir hapishane var.
Kentin halkı Türk, Rum ve az da
Ermenilerden oluşuyor. Şu son zamana, yani Samsun bölgesinde Rum isyanı çıkana
değin, Türkler ve Rumlar aşağı yukarı sayıca eşitmiş. Şimdi ise yetişkin
erkeklerin (Rumlardan hiç yok) - Trabzon’da olduğu gibi - hepsi askere
gitmişler ve ülkenin içlerine görev başına koşmuşlar. Genel nüfus oranı
kesinlikle Türklerin lehine değişmiş. Samsun’daki 27000 nüfustan şu anda
Türklerin sayısı 18-20 binden az değil. Kente yakın bölgelerde yaşayan halka
bakılacak olursa onlar da karışık: Türkler, Rumlar, Çerkezler ve Kürtler.
Eskiden Rumlar daha çoğunlukta İken geçen yıl, İsyandan sonra yok denecek kadar
azalmış ve bir zamanlar kentin hemen yakınında başlı başına çok zengin bir
bölge olan bu yerler, birden boşalıvermiş. Kentten başlayarak geniş bir sahada
yani Samsun'dan Bafra, Amasya ve Çarşamba yönüne giden yollar boyunca, kentten 25-30
verst uzaklara değin hiç bir Rum köyü kalmamış. Birkaç tane kaldıysa da
Müslümanların olmuş artık.
İsyancı Rumlarla Türkler arasındaki
savaşın karşılıklı birbirlerini yok etme şeklinde olması, olağan kabul ediliyor.
Bunun sonucu dört başı mamur olan bu yerler harabeye çevrilmiş. Rumların bu
ayaklanması bir yok etme nedeni sayıldığı için bizim geldiğimiz sırada bir
tenkil müfrezesi yollanmış.
Bu kanlı katliamdan sonra, kadınların ve
çocukların çoğunlukta bulunduğu sağ kalan binlerce Rum, ormanın içlerine
kaçmışlar ve oradan, arada bir Türk köy ve kasabalarına baskınlar yapmaya
başlamışlar. Oldukça da başarıya ulaşmışlar. İsyan hazırlanmış, İstanbul ve
Atina’dan gelen ajanların yönetimi altında örgütlenmiş ve Karadeniz kıyısında.
Büyük Yunanistan'ın himayesi altında yeni bir Rum Devleti (Pontus Devleti)
kurulması siyasi amacıyla çalışmaya başlamış. 1921 yılında ilân edilen
seferberlik de bu İsyanın çıkmasına neden olmuş.
Samsun’dan çıkan yollar şunlar:
Karadeniz kıyısı boyunca:
a) Kısmen şose, kısmen toprak araba
yolu olan Ünye yolu 85 verst.
b) Aynı yol Bafra’ya değin 40 verst. Bu
şose daha sonra ülkenin ötelerine, ta Kafkasya’ya değin gidiyor. Kavşak
noktalarında türlü şose ve toprak araba yollarıyla birleşiyor bu yol.
Samsun’dan Havza’ya kadar 80 verst.
Samsun'dan Amasya’ya 120 verst,
Samsun’dan Tokat’a 215 verst.
Samsun'dan Sivas’a 130 verst,
Samsun’dan Yozgat’a kadar (Amasya
üzerinden) 250 verst, (Çorum Alaca üzerinden)
261 verst.
Samsun'dan Kayseri’ye kadar 375 verst,
Samsun'dan Tarsus’a (Akdeniz kıyısı)
Kayseri üzerinden 620 verst.
Samsun’dan Ankara'ya (Çorum - Sungurlu
üzerinden) 410 verst, (Çorum - Yozgat üzerinden) 511 verst.
Genel olarak denebilir ki Samsun, tüm
Orta Anadolu’nun, Kızılırmak nehrinin kıvrımı yöresinin limanı durumunda.
Samsun bölgesi tütüncülüğün en önemli
merkezlerinden biri olarak ün yapmış. Gerçekten1 de tütün çevre köy halkının en
belli başlı ekonomik kaynaklarından biri. Samsun tütünü Türk tütünlerinin
tümünden daha iyi sayılıyor. Son zamanlarda, bundan önceki emperyalist savaşın
ve özellikle yukarda sözü geçen ayaklanmanın, halkın gelirinin bu dalına da en
büyük darbeyi vurduğuna kuşku yok. Emperyalist savaş sonunda biriken tüm yedek
tütün Amerikalılar tarafından satın alınıp götürülmüş. Yeni yetiştirilen ürün
ise kentte tütün fabrikasına bile güçlükle yetiyor.
Somsun Mutasarrıfı Faik Bey bana lütuf
göstererek fabrikayı gezmemi ve fabrikanın şu anda içinde bulunduğu durumu
görmemi sağladı. Fabrika’da 300 kadar işçi çalışıyor. Eskiden daha fazlaymış.
İşçilerin büyük çoğunluğu kadınlar (özellikle Rum kadınları) ve çocuklar.
Çocukların yaşı 9 -10 arasında değişiyor.
İşçi ücretleri gündelik olarak
çocuklar için 10 -12 kuruş ile, kalifiye işçiler için 1 lira arasında.
Samsun’da ekmeğin 1 funtu (Funt: Ağırlık ölçüsü birimi, 409,5 grama eşit.) 6
kuruştan(24) satılıyor. Günde 11 saat çalışılıyor. Bir günde 3 milyon civarında
sigara üretiliyor. Bütün Türk sigaraları filtresiz yapılıyor. Fabrika «Reji» adlı
bir Fransız kumpanyasına ait. Türkiye’nin tüm sigara üretimini kendi elinde
tekelleştirmiş bu firma. Şu anda hükümetin eline geçmiş bulunuyor. Fabrikanın,
eski bir yol mühendisi olan, çok becerikli ve enerjik bir müdürü var. Bizi
sevinçle ve işin tüm ayrıntılarını göstermeye hazır bir durumda karşıladı. Son
zamanlarda tütün ve sigara ihracı durmuş. Üretim ülkenin iç gereksinmesini bile
güçlükle karşılayabiliyormuş. Kilikya’nın geri alınışına değin (orada Adana
bölgesinde bir başka tütün endüstrisi merkezi var) Samsun, Ankara hükümetinin
yönetiminde bulunan Anadolu’nun öteki bölümleri için de tek tütün endüstrisi
merkezi durumundaydı.
Samsun bölgesi tütünden başka buğday
ve sebze yönünden de zengin. Bir zamanlar atlarıyla da ün yapmış. Ama şimdi,
uzun süren savaşlar nedeniyle ülkede at sayısı çok azalmış. Öteki ürünler de
son derece yetersiz. Orta nitelikte bir at 200 250 liraya satılıyor. (1 lira Batum'da,
20/XI/1921 borsasına göre 70 000 Sovyet rublesine eşitti. 20/1/1922 yılında ise
yine Batum’da 230 000 rubleye eşitti.)
Bizde, Ukrayna ve Rusya'da aynı paraya
en iyisinden birkaç at birden alınabilir. Denebilir ki, eğer Türk parası Rus
parasına kıyaslanacak olursa, Türkiye’deki yaşam Rusya’dakine oranla çok daha
pahalı.
Yerli Türk yöneticilerinin bize karşı
davranışları son derece iyi. Başlangıçta aynı Trabzon'daki gibi yalnızca resmi
ve nazik bir kabul gösterdiler. Ama tanışıklığımız ilerledikçe ve sohbetlerimiz
arttıkça çok daha samimi oldular.
Mutasarrıf Faik Bey oldukça kültürlü,
ağırbaşlı, sakin ve çok konuşkan bir insan. Bizdeki durumu çok iyi anlıyor ve
Sovyet yönetiminin ekonomi politika yönünden aldığı son tedbirlerle yakından
ilgileniyor. Yunan donanmasının Anadolu kıyılarına yaptığı baskın nedeniyle Ukrayna
ve Rusya ile ticari ilişkilerin bugüne değin hiç geliştirilmemiş olmasına çok
üzülüyor.
Mutasarrıfla birlikte Belediye Başkanını
da ziyaret ettim. Belediye Meclisi üyeleri, yargıç, müftü(26) ve birkaç önemli
kişi daha toplanmıştı orada. Konuşma birkaç saat sürdü. Konu genellikle
devletlerin dış ilişkileri ve karşılıklı bilgi verme sorunları üzerinde dönüp
dolaşıyordu. Benim onlara verdiğim, anlattığım açık bilgiler, dinleyiciler tarafından
tam, gergin bir dikkatle dinleniyordu. Bu arada her iki tarafın da ilgilenmek
zorunda olduğu malların değiştirilmesi konusu üzerinde de durdular. Bizden petrol,
demir, çimento, kumaş, kapkacak istiyorlar; karşılığında da hububat, yün, deri,
kuru yemiş, tütün vermeyi öneriyorlardı.
Türkiye’deki yönetimin şu andaki
düzenini genel çizgileriyle tanımış oldum bu arada. Devletin eski yönetim bölümündeki
vilâyetler Büyük Millet Meclisi yönetiminde değiştirilmiş. Sancaklar şimdi
doğrudan doğruya Ankara'ya bağlanmış. Eskiden vilâyet merkezinde bulunan Sancak
yöneticileri yalnızca «Vali» adını korumuşlar. (Vali, aynı zamanda mutasarrıf
demek oluyor). Böylece eski Vali adı, Trabzon'da olduğu gibi değiştirilmemiş. Sancaklar
Türkiye'de eskisi gibi kazalara; kazalar da nahiye, ya da öteki adı ile
Müdürlüklere bölünüyor. Nahiyeler, yani Müdürlükler ise köylere ayrılıyor. Buna
Türkçe «Köy» diyorlar.
Sancakların, kazaların ve nahiyelerin
(müdürlüklerin) yönetici kadroları gerekli görülen merkezlerde, ya da yönetim
merkezlerinde bulunuyor. Bu yüzden merkez olarak saptanan kaza ve nahiyeler
kendi başlarına iyi bir yönetim yapamıyorlar. Örnek olarak şunu verebiliriz:
Samsun kazası aynı zamanda doğrudan doğruya
Canik sancağının yönetim merkezi durumunda oluyor. Arazi bakımından ve
özellikle köylerin sayısı bakımından Türklerin yaşayışı ile bizim halkımızınki
birbirine çok benziyor. İdari bölümleri de birbirlerini az da olsa andırıyor:
Vilâyet=Sancak; Kaza = Kaza; Nahiye = Nahiye.
Bu Sancağın köylerinde yaklaşık olarak
80-100 000 kişi yaşıyor. Sancakta 3 - 4, ya da 5 kaza oluyor. İstisna olarak
iki kaza bile bulunabiliyor sancakta. (Örneğin, Canik sancağında yalnız iki
kaza var: Samsun ve Bafra).
Kazaların nüfusu ise 20 - 30 000
civarında. Her kazanın4 ile 6 arasında, bazen daha fazla nahiyesi var.
Nahiyelerde 5000 civarında nüfus bulunuyor. Bir köyde ise genellikle 40 İle 100
arasında ev oluyor. 100 den fazla ev bulunan köy çok az, bu köylerde genellikle
Hristiyanlar (Rumlar) oturuyor. Ama yine de buradaki insanların fonksiyonu ve
genel çizgilerine bakıldığında bizimle Türk yönetim bölümü arasındaki
benzerliğin tam anlamıyla doğru olduğu anlaşılıyor.
Sancak yönetim kadrosunun başında
Mutasarrıf bulunuyor. Onun ardından sırasıyla şu rütbeler geliyor:
1) Şeriat yasalarına göre yargıçlık
yapan, Müslümanların dini yöneticisi, «kadı» (hakim, naib).
2) Sancağın mali işlerini yöneten
muhasebeci.
3) Kalem müdürü: Tahrirat Müdürü.
4) Şeriatı yorumlayan, Müslümanların
dinsel yaşantısını düzenleyen işlerde karar (fetva) veren müftü...
Mutasarrıftan sonra asıl yönetim
organı olarak Sancak Yönetim Kurulu var (Meclis İdare Liva). Kurulun üyeleri
yukarıda sözü edilen kişiler ile seçilip gelen, bu arada Hristiyanlar arasından
da seçilen üyelerden oluşuyor. Kurulun başında ise mutasarrıf bulunuyor.
Bu yönetim kurulu bütün mali işlere
bakıyor. Ondalık vergi (aşar), hayvan koyun vergisi (egnam) ve bunun gibi öteki
vergileri düzenliyor. Ayrıca yine bu kurul resmi kişilerin görevle ilgili
suçları hakkında yargı organı ödevi de görüyor.
Mutasarrıfla meclisin çoğunluğu
arasında doğacak herhangi bir anlaşmazlıkta Başkentin vereceği kararın bu tartışmalı
sorunu çözümlemesi saptanmış. Ama kuşkusuz bu yalnızca teoride kalmış. Pratikte
ise mutasarrıf her şey demek oluyor. Mutasarrıftan ve Sancağın en yüksek yönetici
kadrosu olan Yönetim Kurulundan başka Sancakta bir dizi yönetim kurumlan daha
var: Jandarma kuvvetleri (Jandarmanın komutanı mutasarrıftan bir ast rütbede oluyor),
Polis örgütü, ayrıca türlü bürolar, daireler var: Muhasebe, vergi, sosyal
işler, orman, vakıf,(30) toprak mülkiyeti kaydıyla görevli daireler ve nihayet
bölge mahkemesi. Mahkeme iki türlü oluyor. Biri medeni mahkeme, öteki ise
şeriat mahkemesi.
Kazaların yönetim kuruluşları da aynı
sancaktaki yönetim kurumlarınınki gibi düzenlenmiş. Yalnız şu ayrılık var ki,
kazaların teşkilâtı daha az ayrıntılı ve çoğunlukla her yönetim kurumunun
başında bir tek memur var. Yönetimin başında da âmir olarak Kaymakam bulunuyor.
Bir de yönetim kurulu var. Bu kurulun gerek kuruluşu, gerek yetkileri
sancaktakinin aynı.
Nahiyelerin (Müdürlükler) yönetimi ise
seçilen dört kişilik kurulun elinde bulunuyor. Bu kurul, kendi arasından bir
müdür ve bir de yardımcı seçiyor. Müdür kaymakamın onaylamasıyla atanıyor.
Müdürün ve nahiye kurulunun yazı işlerine bakacak bir yazıcı (kâtip) veriliyor.
Bazı nahiyelerde Müdürün emrinde bir
de vergi memuru bulunabiliyor.
İdare Örgütünün en küçük ve son
derecesini muhtarlıklar, köyler oluşturuyor. Son yönetim kademesinde muhtar
(yaşlı) bulunuyor. Muhtar bir, ya da ev sayısına göre birkaç komşu köyden,
yerli halktan seçiliyor. Muhtarın başkanlığında bir de yaşlılar kurulu (İhtiyar
Heyeti) bulunuyor köyde. Her köyde, köye gelen memur ya da yabancı yolcuların
konaklamalarını sağlamak, onlara yer göstermekle görevlendirilmiş bir de çavuş
seçiliyor. Kentlerin semtlerinde (mahalle) de tıpkı nahiyelerin köyleri örnek
alınarak bir yönetim örgütü kurulmuş. Yani Muhtar ve İhtiyar Heyeti.
Bu arada şunu öğrendim: Şimdi mevcut
olan tüm bu yönetim örgütü yakın bir gelecekte değişecekmiş. Sözü edilen
değişiklik yasası Mecliste görüşülmüş, en kısa zamanda yayınlanacakmış. Kanunun
içeriği yönetim organlarının seçimle atanması, organların tam bir uyumla çalışması
ilkelerini öngörüyor. Yalnız âmirler (mutasarrıf ve kaymakamlar) merkez
hükümetçe onaylanacak, hattâ atanacaklar. Bütün ötekiler ise seçimle işbaşına
gelecekler. Böylece şu andaki yasalara göre danışma organları durumunda olan
şimdiki yönetim kurulları tam yönetim organları haline gelecek.
Aynı gün Samsun’da bulunan 10 uncu
avcı tümeni karargâhının komutanını ziyaret ettim. Tümen komutanı, Trabzon'daki
Sami Sabit Bey'den apayrı yaradılışta bir adam. Bu, tam bir kıta subayı; tam bir
eski, emektar asker tipi. Yalnızca kendi işini bilen ve ilgilenen, öteki
konularla ise yalnızca kendini ilgilendirdiği ölçüde ilgilenen biri. Sorunları
doğrudan doğruya, açık açık ortaya koyuyor ve her türlü kurnazlıktan,
kaçamaktan uzak, içten cevaplar veriyor. Bir saat süren sohbetten sonra tam bir
dostlukla ayrıldık. Kışla ve birlikleri gezmemizi önerdi, ama artık çok geç
olmuştu. Bu geziyi benim geri döndüğüm zamana bırakmamızı kararlaştırdık sonunda.
Akşam odamda, İstanbul’daki Türk
gazetesi «Vahit» in Ankara’dan İstanbul’a dönmekte olan muhabirini kabul ettim.
Benden bütün heyetimiz ve öteki konular hakkında bilgi aldıktan sonra kendi
konuşma sırası geldiği zaman muhabir Ankara ve İstanbul’daki yaşantıyı
anlatmaya başladı. Rusya’ya karşı düşmanca davranışların nedenleri üzerinde ve
birkaç İstanbul halk gazetesinde son zamanlarda yayınlanan dizi makalelerdeki
genel tavırlar üzerinde durduk. Bana, Ulusal Kurtuluş Hareketine sempati duyan
İstanbul'daki Türk çevrelerinde, son zamanlarda Rusya'nın Türkiye ile dostluk
bağlarını koparmak istediğine ilişkin bir izlenim uyandığını, oysa şimdi kendisinin
bunun yalan olduğunu bizzat gördüğünü, İstanbul'a gider gitmez en kısa süre
içinde gerekli yazıları yazacağını anlattı.
Vrangelevciler onun söylediğine göre
Bulgaristan’a ve Sırbistan’a gönderilmiş Ama daha hepsi gönderilememiş. Kutepov
ordusu birliklerinin yine eskisi gibi Gelibolu’da durduklarını anlattı. Beyaz
Ordu'nun büyük çoğunluğunda o eski aktiflikten pek iz kalmamış. Hemen hepsi
yurda dönmeyi hayal ediyorlarmış. Yalnız Generallerin ve yaşlı subayların büyük
çabalarıyla örgütlendiği ve yönetildiği için bu düşünceler bugüne değin tam
olarak ortadan kalkmamış. Bütün göçmenlerin maddi durumları
son derece korkunçmuş. Genellikle
hafif vurgunlarla, ticaretle, bazan da fiziki emeklerinin karşılığında geçiniyorlarmış.
Çok sayıda pavyonlar açılmış, büyük, canlı ticaret yapılan yerlerde. Böyle
pavyonlarda, örneğin son Kuban hareketinin düzenleyicisi olarak bilinen, Vrangel'in
adamlarından General Fostikov gibiler bulunuyormuş. İstanbul’daki Rus
kadınlarının nasıl bir durumda bulunduğu, şu anda karşımda bulunan,
konuştuğumuz kişinin öğrendiği Rusça sözlere bakılırsa daha iyi anlaşılabilir: «Ah,
ne kadar da kibarsınız!» «Siz benim çok hoşuma gidiyorsunuz!»...
Eski müttefiklere karşı istisnasız
hepsinin davranışı son derece düşmanca. Onlardan, aşağılamaları ve alaylı davranışları,
her adımda onları itip kakmaları yüzünden nefret ediyorlar. İster istemez Harkov'dan
ayrılışımdan önce General Slaşçev’in söylemiş olduğu şu sözler geldi aklıma:
«Eğer siz İngilizlerden ve Fransızlardan nefret eden insanları bulmak
istiyorsanız, onları buralarda değil, orada, yurtdışında arayınız...» Evet,
kuşkusuz çok haklıymış.
Beyaz Ordu mensupları burada,
Samsun’da da var. Bizim kaldığımız otelin yemek salonu hep onlarla dolu. Bizim
heyetle çok yakından ilgileniyorlar ve Rusya hakkında bilgi almak için can
atıyorlar. Bunların çoğunluğu Çerkezler, Osetinler ve Kuzey Kafkasyalı eski
dağlı subaylar. Ama aralarında Ruslar da var. Bize karşı davranışları düşmanca
değil, ama pek dostça da sayılmaz.
Gergin bir merakla dolular. Kızıl
ordunun aşırı disiplini büyülemiş sanki onları. Eski amirleri ile karşılaştıkları
zaman hemen selâm veriyorlar. Beyazlar: «Yoksa sizde, Kızıl orduda, selâm
vermek yine eski usule göre devam ediyor mu?» diye soruyorlar. Onlar da: «Bu
kesin değil, ama biz bunu nezaket gereği yapıyoruz» diye karşılık veriyorlar. Eski,
bıyıklı bir subay «Bolşevikler zaten hep böyle Allah’ın belâsıdır!» diye itiraf
ediyor. Bunu ne duygu dolu, ne de ateşli bir sesle söylüyor, yalnızca başını çeviriyor
öte yana.
Maddi durumları çok kötü. Kooperatif
kurarak lokanta açıyorlar. Bazıları da öğretmenlik bularak çalışıyorlar. VTSIK'n
(VTSIK: Bütün Rusya Merkez icra Komitesi.) eski Beyaz Ordu taraftarları için
genel af çıkardığından hiçbirinin haberi yok. Ben, hemen bunun yerli basında
yayınlanması ve duyurulması için girişimde bulundum. (Sayfa: 26 - 39)
(-Devam Ediyor)
(-Devam Ediyor)