Ukraynalı Devrimci Lider
Frunze'nin Türkiye Anıları
Cem Yayınevi, İstanbul,1978
Frunze'nin Türkiye Anıları
Cem Yayınevi, İstanbul,1978
KARADENİZ'İN ÖTE YAKASINA
“Bizler kendi işlerimize öylesine dalmışız
ki, dikkatlerimizi bir an olsun bizim dışımızda olup biten olaylara çevirmeyi akıl
edemiyoruz. Ancak, 'bir tehlike gelebilir’ düşüncesiyle olsa gerek, yalnız Batı
komşularımızı, o da bilinen ölçülerde izleyebiliyoruz. Güney ve Doğu
sınırlarımızın ötesinde olanlardan ise çoğunlukla ya hiç, ya da çok az bilgiye
sahibiz. Oysa hem, politik ve ekonomik çıkarlarımız açısından hem de dünyadaki
kurtuluş hareketlerinin geleceği açısından bu olaylar büyük ilgi çekmektedir.
En yakın güney komşumuz olan, TÜRKİYE
bu konuda özellikle önemlidir bizim için. Orada da emperyalistlerle yapılan
savaşın hemen ardından halk yeniden silâha sarılmak zorunda kaldı. Ve topların
gürültüsü şu ana değin hâlâ kesilmedi.” «Komünist» Gazetesi, Sayı : 223, 6 Ekim
1921.” (Sayfa: 5)
ANKARA'YA YOLCULUK
I
BATUM’DAN SAMSUN'A
26/XI/1921 30/XI/1921
Bizim Ukrayna heyeti 26 Kasımda Türk
topraklarına vardı. Batum’dan sefer yapan İtalyan gemisi «Sannago»yla Trabzon
kentine geldik. Gemi oldukça büyüktü. Bir zamanlar Avusturya İmparatorluğu'na
aitmiş. Ama şimdi AvusturyalI'ların tüm ticaret filosu ve yolcu gemileri
İtalyan'ların eline geçmiş durumda. Gerek gemi
komutanının, gerek tüm komuta heyetinin bize karşı davranışı son derece nazik
ve sevimli. Tayfaların bulunduğu kamaralardan birinde yoldaş Lenin’in resmi
asılı. Gerçi bu, bir şeyler gösterir, ama pek o kadar da fazla sayılmaz. Çünkü
aynı yerde, hemen bunun yanında asılı bir başka portre daha var. Büyük
adamlardan birinin, anlaşılan İtalyan Kral ailesinden birinin resmi.
Burada, Trabzon'da, karaya çıkmak
yerine, Sinop’un batısındaki İnebolu limanına gitmemiz önerildi. Oradan bir
şose yolla, çok daha kısa bir yolla (305 verst) Ankara’ya gidilebiliyormuş. Ama
kaptanla yapılan konuşma sonucunda kaptanın, heyeti İnebolu’da karaya çıkarma
garantisi veremeyeceği ortaya çıktı. Gerekçe olarak da Karadeniz’de sık sık
fırtına ve boranın görüldüğü ve fırtınalı havalarda İnebolu’ya inmenin mümkün
olamayacağı, çünkü orada herhangi bir liman bulunmadığı gösterildi. Demir
atılacak yer kıyıdan çok açıktaymış ve kıyıya yaklaşmak son derece
tehlikeliymiş. Böylece ufukta Ankara değil İstanbul görünüyordu. Yani Ankara
hükümeti ile değil, Britanya'nın Yakın Doğu'daki çıkarlarının koruyucusu Sir
Herbert Harrington, (*) ya da onun Yunanlı dostlarıyla konuşmak zorunda
kalacaktık.
Neticede Trabzon’da (2) inmek zorunda
kaldık. Oysa burada inmemiz gerek zaman kaybı, gerek şimdiki Türkiye başkentine
gidilecek yolun elverişliliği bakımından hiç de uygun değildi.
Trabzon’a sabahleyin geldik. Hava
kapalıydı. Denizde hafif bir çalkantı vardı. Sağlık muayenesinden sonra Liman
Komutanlığının gönderdiği kayıklara atladık. On beş dakika sonra iskeleye
varmıştık, iskelede Liman Komutanı ile kentin Polis Müdürü bekliyordu bizi.
Trabzon valisi adına gelmişlerdi ve onun adına karşıladılar. Böylece daha
önceden hazırlanmış faytonlara binerek bize ayrılan otele gittik.
Trabzon'da endişe içinde tam dört gün
kaldık. Deniz her zaman fırtınalıydı, düzelmiyordu. Türk kıyılarının tüm limanlarıyla
haberleşme kesiliyordu. Yalnız bu arada şunu belirtmek gerekir ki, Karadeniz
kıyısındaki Türk kentlerinin limanlarına liman diyebilmek çok güç. Bütün bu kentler,
Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun İnebolu, tamamen denize açık yerlerde
kurulu. Fırtınalı havalarda buralara sığınmak oldukça tehlikeli. Tek sığınak
yeri olan Sinop, son derece güzel ve doğal bir koruyucu limana sahip.
Ama aslında deniz trafiğine kapalı.
Çünkü (geçen emperyalist savaşın daha ortadan kaldırılmamış mirası) bir mayın
tarlası haline getirilmiş. Bu nedenle çoğu kez, örneğin İstanbul’dan İnebolu’ya
gidecek yolcular tâ Samsun’a kadar gitmek ve oradan geri dönmek zorunda
kalıyorlar.
Ticaret gemilerine gelince, onlar ya
yakınlardaki sakin bir yerde (örneğin Samsun'la Ordu arasındaki Vona burnu
yakınlarında) ya da kıyıdan oldukça uzakta, açık denizde demirliyorlar. (Sayfa:
13 – 15)
(…)
29 Kasım akşamı saat 9'da Trabzon’dan
yola çıktık. Çok içten, sıcak bir ilgiyle uğurladılar bizi. İskeleye bir şeref
kıtası, bando mızıka göndermişlerdi. Bizim Rus gemisi «Georgiy» e bindik. Bu,
Karadeniz filosundan 700 tonluk bir drednottu.( Drednot: Eskiden 305mm’ lik on
tane topu bulunan bir zırhlı savaş gemisi.) Hava şartlan kötü giderse bu gemide
yolculuk yapmak çok sıkıntılı olacaktı. Ama bizim şansımıza hava son derece
güzeldi ve zevk içinde bir yolculuk yaptık. Trabzon’dan Samsun’a 7 -8 knotluk (Knot:
Deniz miline e ş it bir deniz hız ölçü birimi) bir hızla, 25 saatte geldik.
Eğer geçirdiğimiz ufak bir heyecanı saymazsak olaysız bir yolculuk yaptık
sayılır. Gece saat 4 - 5 sularında birden karşımızda bir savaş gemisi beliriverdi.
Aklımıza gelen ilk düşünce bunun bir Yunan gemisi olmasıydı. Trabzon’dan beri
bize refakat eden Türk Subayı Yüzbaşı Haşan Bey, bir anda Rus tayfası elbisesi giydi
ve tedbirli olmak için herkes birtakım işlerle uğraşıyormuş gibi yaptı. Bu
yabancı gemi projektörle birkaç kez bizi aydınlattı ve durmamız için işaret
verdi. Biz, aldırış etmeden yolumuza devam ettik. «Düşman» gemi bizi bir kez daha
aydınlattı ve sonra gecenin karanlığında kayboldu gitti. «Georgiy» in kaptanı
bunun üzerine öğünerek şu açıklamada bulundu: «Düşman gemi bizim Georgiy'in
görünüşünden korkarak kaçtı.» Gece karanlığında kocaman bacaları, direkleri ve
yarı savaş gemisi görünümüyle gerektiğinden fazla etki uyandırmıştı anlaşılan.
Yalnız şunu da söylemek gerekir ki, bizde de küçümsenmeyecek silâhlar vardı. Üç
makineli tüfek, 37 kalibrelik bir top ve yedek olarak da 13 mermi...
Yolun geri kalan bölümünde başka bir
gemi iie karşılaşmadık. Hep kıyıya oldukça yakın yol aldık. Kara Denizin bütün
güney kıyıları baştanbaşa kayaiık. Dağ zinciri doğudan batıya gidildikçe
alçalarak, Boğaziçi’ne değin aralıksız olarak uzanıyor. Dağlar çoğunlukla tam
kıyıya kadar yaklaşıyor, kıyıda en ufak bir düzlük bile görünmüyor. Az da olsa
kıyıdan uzaklaştığı yerlerde de ya bir köy, ya bir kasaba göze çarpıyor. Dağlar
ormansız, yeşillik yerine sadece çalılıklar var. Tüm yüksek tepeler karla
örtülü. Denizde en ufak bir dalga bile yok. İnsan sanki Volga üzerinde gidiyor
gibi hissediyor kendini. Geminin yanında martı ve yunus sürüleri yarış ediyor
bizlerle. Akşam saat 10’da Samsun’a yaklaştık. Şehir uzaktan göründüğünde, o
aydınlık yapılarıyla gecenin karanlığında son derece güzel bir tablo serildi
gözlerimizin önüne.
Şehir amfiteatr halinde ve oval
biçimde limanın kıyısında yayılmış. Limanda birkaç gemi ve iskuna duruyordu. Bunlardan
biri savaş gemisi. Bu 1800 tonluk bir Amerikan mayın tarayıcısı. Burada
statsioner (20) olarak kullanılıyor. Geceleyin yolda karşılaştığımız tekne de Amerikanmış
ve Samsun’dan çıkmış, Trabzon'a gidiyormuş. Demir atıldı, kayık indirildi ve ön
araştırma için Hasan Bey binip gitti. Bir saat sonra yerli yöneticilerle
birlikte bir Türk kayığıyla geri döndü. Yarım saat sonra da şehirdeydik. Rumlar
ve Rus uyrukluların bulunduğu bir otele indik. (Sayfa: 23 - 25)
(-Devam Ediyor)
(-Devam Ediyor)