13 Nisan 2007 Cuma

Türk Kurultayı / SAMSUN





Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin Grup konuşması (28 Mart 2000)
Hatırlanacağı gibi, bu yıl Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayları zincirinin 8. halkası tamamlanmış bulunmaktadır. Bu Kurultay, katılımcılar, komisyon çalışmalarında ele alınan konular ve sonuç bildirgesiyle Türk Dünyası’nın geleceğine ilişkin olarak çizilen ufuk bağlamında son derece başarılı geçmiştir. Emeği geçenleri ve değerli katılımcıları huzurlarınızda bir kez daha kutluyorum.

Rahmetli Başbuğumuz’un uzak görüşlülüğünün bir eseri olan bu kurultay, Türk Dünyası’nın temsilcilerini her yıl bir araya getiren önemli bir platformdur. Türk Dünyası’nın en güçlü ortak sesi olması, Türk Kurultaylarını anlamlı ve önemli kılan en belirgin özelliğidir.  

Yalnız, kurultayların böyle bir niteliğe haiz bulunması, onların fonksiyonel olması için yeterli olamamaktadır. Hükümetlerin, parlamentonun, aydınlarımızın ve medyamızın meseleye topyekûn sahip çıkması gerekmektedir.  

Türkiye’nin bölgesel bir güç olmasını, siyasi ve ekonomik açıdan uluslararası saygınlığı ve etkinliğinin artmasını arzulayanların ve önemseyenlerin böyle bir etkinliğe daha fazla destek olması şarttır. Destek yetersizliğinin yanında, bazı çevreler de bu etkinliği ya görmezlikten gelmekte ya da küçümsemektedirler. Sadece ülkemizin değil, Avrasya’nın geleceği bakımından da düşündürücü olan bu yaklaşımların değişmesi lazımdır.  

Bizler, çok farklı kültürel ve toplumsal şartların varlığına, aralarında ciddi tarihi sorunların yaşanmış olmasına rağmen Avrupa’nın her açıdan büyük entegrasyonu gerçekleştirmeye çalışmasını onaylayıp, Türk Dünyası’nın işbirliği ve dayanışma çabalarını küçümseyenleri anlamak da güçlük çekiyoruz.  

Unutulmamalı ki, Türkiye’nin eşit ve adil bir ortağı olacağı Avrupa Birliği hem Avrupa hem de bütün Avrasya için nasıl kazanç ise; Türk Dünyasının refah, istikrar ve barış üzerine temellenmiş birlikteliği de, aynı şekilde Avrupa ve hatta bütün insanlık için çok önemli bir kazanç olacaktır.

İşte, Türk Kurultaylarının temel amaçlarından biri, büyük Türk kültür coğrafyasında gelişecek böyle bir işbirliği ağının zihni altyapısını hazırlamak, müşterek bir bilincin gelişimine katkı sağlamaktır. Bizim çabamız ve dileğimiz, Türkiyemizin böyle bir tarihi ve evrensel ideale öncülük etmesidir. Hangi fikirden olursa olsun her Türk aydınının, medyamızın ve üniversitelerimizin meseleye karşı duyarlı bir yaklaşım içinde olmasıdır. Ülke olarak başarıya ulaşmamızda, böyle bir desteğin ve duyarlılığın değeri şüphesiz çok büyüktür.  

Yeni yüzyılın ilk Türk Kurultayı’nın, geçen yüzyılın başında yeniden diriliş mücadelemizin meşalesinin yakıldığı Samsun’da toplanması bu açıdan anlamlı olmuştur. Ancak, medyamızın konuya yaklaşımı ve ilgisi daha canlı ve sürekli olduğu takdirde, inanıyorum ki, ülkemizin stratejik çıkarlarına yönelik toplumsal bakış açısı da daha duyarlı ve zengin bir noktaya taşınmış olacaktır. 

/Dr.Devlet Bahçeli  /Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı 



Kızılderililer Akrabımız mı?
Samsun'da üç gündür süren 8. Türk Kurultayı'na Kızılderililer de davet edilmişlerdi. Ancak toplantıdan iki gün önce mazeret beyat eden Kızılderili delegeler, Samsun'a gelemedikleri için TÜDEV Genel Sekreteri Atilla Şimşek'e üzüntülerini bildirdiler. Kızılderililerin Türk Kurultayı'na geleceği yolunda çıkan haberler Samsun'a gazeteci akını sağladı. Peki Kızılderililerin Türk kurultayında ne işleri var?  Yoksa Kızılderililer de Türk mü? Bu konuyu Kurultay delegeleri arasında "Çapraz Ateş"e aldık.
  
Amcaoğlumuz olurlar!
Kurultay'ın düzenleyicisi TÜDEV Genel Sekreteri emekli topçu albay Atilla Şimşek, "Bu konunun uzmanları var, ben tarihçi değil" gibi ihtiyat cümlelerinin arkasına tam siper yaptıktan sonra şöyle dedi: "Yüzde 100 Türktürler! Siu kabilesi Türkçe su anlamına geliyor. Kızılderili çadırlarına baktığımız zaman kurt figürleri görürsünüz. Türkler'de de kurt çok önemlidir biliyorsunuz. Türkler M.Ö. 10 - 12. YY'da Alaska ve Japon adaları üzerinden Amerika'ya geçtiler."

Bu konuda araştırmaları olan Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan ise doğrudan "Kızılderililer Türktür" demekten kaçınıyor. Ancak arada bağlar bulunduğunu bilimsel verilere dayanarak ileri sürüyor: "Amerika'da 25 yıl kaldım. İlk kez 1954'te One America adlı kitapta Türkler ile Kızılderililerin kültür ve tarih bakımından çok eskiye dayanan akrabalıkları bulunduğunu okudum. Türk olduklarını değil. Bizim Macarlarla olduğumuz gibi Kızılderililer ile akraba olduğumuzu iddia ettim. Kızılderililer Bering Boğazı yoluyla göçmeden önce hepsi Sibirya'da yaşarlardı. Göçmeyenler kısmen Aral gölüne doğru gelmiş, Ural dağlarından gelme Alpin ırkıyla karışmış ve biz Türkler (ön Türkler) doğmuş... 2 bin yıl sonra bu kez Altay dağlarında karışmış ilk Türkler (Hunlar) meydana gelmiş." "Akrabalık aynılık değil mi?" "Hayır, amcaoğlu gibi oluyoruz!"





Türklerde Öküz
Etimolojik açıdan "Oğuz" kelimesinin Öküz kelimesiyle ilişkili olduğuna dair ortaya atılan iddiaların da önemle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Nitekim, Samsun’da yapılan 8. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'na katılan Çuvaşistan'lı delegelerle ( İlya İvanov ve arkadaşları ) yaptığımız sohbette, "Türklerin Bozkurt' tan önceki milli sembollerinden birinin "Öküz" olduğunu, kendilerinin de bu sebeple "Öküz" sembolünü - Nevruz Şenlikleri - gibi çok önem verdikleri bayramlar başta olmak üzere çeşitli ortamlarda kullandıklarını " ifade etmişlerdir. Çin kaynaklarında milattan önceki asırlarda yaşayan Türk kabileleri zikredilirken " Kağnı Sahibi Kabileler " den de bahsedilmektedir. ( Esin / 1 ) Kutadgu Bilig'de " Yerken, içerken öküz gibi yedim içtim; / Heva ve heves peşinde tozu dumana kattım." ifadelerinin bulunması öküzün ve kağnının Türk Sosyal Hayatında çok eskilerden beri var olageldiğini göstermektedir. ( Yusuf Has Hacip / 469 ) Öküz ve ona bağlı bilgiler bütün Türk Topluluklarında yaygındır. Prof. Dr. Harun Güngör, Sibirya Türklerinden derlenmiş bir Şaman Efsanesini aktarmış ve Şaman Ruhlarının; ayı, kurt, köpek ve hatta öküz donuna girdiklerini, bunun Hacı Bektaş-ı Veli' nin Velayetname’ sinde geçen don değiştirme anlatımıyla aynilikler taşıdığını belirtmiştir. (Güngör/     )

Osmanlı Devlet Adamları arasında Öküz Mehmet Paşa adıyla bilinen bir devlet adamının bulunması, Fatih Sultan Mehmet' in Cenevizlilerden öküz derisi kadar bir yer isteyip, buraya Rumeli Hisarını yaptırmasına dair menkıbe, Osmanlı Toprak Düzeninde öküzün de zikredilmesi gibi konular hatırlanacak olursa öküzün Osmanlı döneminde de yaşatıldığı anlaşılacaktır.

Bugün Özbekistan’da hala “Öküz Koşukları” söylenmektedir. Afganistan Türkleri arasında da halk arasındaki adı “Öküz Koşukçu” olan sanatçılar vardır. ( Mirhamza )

Öküzün Türk Sosyal Hayatındaki önemli konumuna en güzel örnek, Kurtuluş Savaşında cepheye erzak ve mühimmat sevk edilmesi sırasında binlerce kağnıdan oluşan Kağnı Kolları’nın kullanılmasıdır. Bu konuya geçmeden önce, öküzün efsanelerimizde, destanlarımızda, hikaye ve masallarımızda, şiirlerimizde, türkülerimizde, manilerimizde, fıkralarımızda ve hatta bilmecelerimizde yer aldığını, bu sebeple üzerinde daha fazla durulması gereken bilgiler taşıdığına dikkat çekmek istiyoruz. Mesela; Hakkari -Yüksekova'da öküzlerin üzerine -çıplak bir şekilde, eğersiz, ata biner gibi- binilmesini ( Hasan Küçükyıldız ) Öküz kılığındaki Zeus'a binen Avrupa ile, Artvin - Kafkasör ve başka yörelerimizdeki boğa güreşlerinin mitolojideki şenlik ve toylarla, Dede Korkut Hikayelerinden Boğaç Han Hikayesi'ni İspanya'daki Boğa Güreşleriyle birlikte değerlendirmenin mümkün olabileceğini belirtelim. Kafkasör’e katılan bir yabancı misafir, bu şenliklerde yapılan boğa güreşlerini İspanya’daki güreşlerle karşılaştırarak şunları söylüyordu:” Burada boğa, boğayla güreşiyor. Öldürmek yok. Her şey eşit. Bu çok adaletli. İspanyada böyle değil. Bu yüzden Kafkasör’ü çok sevdim!” ( Bizden Sesler )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder